ÇANAK

Bir vakitler bir ihtiyar vardı. Gözleri görmez, kulakları işitmez, her tarafı titrer. Sofraya oturduğu vakit kaşığı tutamaz, çorbayı sofranın üstüne döker, hatta bazı kere ağzından yemekler dökülürdü.

Gelini, hatta oğlu ondan iğreniyorlardı. Nihayet ona sofranın arkasında bir köşe gösterdiler. Topraktan eski bir çanağın içinde yemeğini önüne koymaya başladılar. Ekseriya ihtiyarın gözleri yaşarıyor, melul melul sofraya bakıyordu. Bir gün toprak çanak ihtiyarın titrek ellerinden düştü, kırıldı.

Gelini hiddetlendi, bağırdı, çağırdı. İhtiyar başını önüne eğdi, hiçbir cevap veremedi.

Bu sefer beş, on para verdiler, ona tahta bir çanak aldılar. Şimdi artık yemeğini onunla veriyorlardı. Gelini ile oğlunun henüz dört yaşında bir çocukları vardı.

Büyük babaya tahta çanak alınalı birkaç gün olmuştu. Bir gün çocuğun babası, anası küçüğün bir takım tahtalarla oynadığını gördüler. Babası sordu:

- Orada ne yapıyorsun? Çocuk cevap verdi:

- Çanak yapıyorum. Siz de ihtiyarladığınız vakit bu çanakla size yemek vereceğim.

Baba, ana bir söz söylemeden birbirlerine bakıştılar, ağlamaya başladılar. Ertesi yemekte ihtiyar büyük babayı sofralarına aldılar. Ondan sonra hiç fena muamelede bulunmadılar ve her zaman birlikte yemek yediler. (İbrahim Hilmi, Çocuklar İçin Kolay Kıraat, İlk Mektep 3.Sınıf, (Osmanlıca) Orhaniye Matbası, 2. Tab., İst. 1926, s. 21)

Test nesli,Tost nesli

İşte değerli müdürüm Sümer Şenol’un tanımıyla günümüzün gençliği! Müdürüm diyorum. Öğrencilikten değil. Terziliği bırakıp, memurlukta on dört yıl hizmet verdiğim Isparta Merkez Ortaokulu’ndan. Mutemetlik, muhasebe ve kâtiplik görevlerinde üç yılımı henüz doldurmamıştım. 22.10.1973 tarihinde okul müdürlüğüne atanan Sümer Bey’le amir-memur pozisyonunda tanıştık. İlk müdürlük yıllarında, Akşam Ticaret Lisesini bitirmiş, devam mecburiyeti olmayan üniversite öğrenciliğine başlamıştım. Evliydim ve henüz iki çocuğum vardı. Daha tostu, testi bilmiyordum. İş, tahsil ve aile hayatı üçlüsünün ağır yükünü yine simit, çay ve sigara üçlüsüyle taşımaya çalışıyordum. Değerli müdürüm, o günleri de birkaç kelimenin içine koymuştur mutlaka. Araştıracak ne halim ne de zamanım olmadı. 20.07.1976 tarihinde Merkez Ortaokulu Müdürlüğü’nden ayrıldı. Amir-memurlukla başlayan dostluğumuz, sevgi-saygı çizgisinde devam etmektedir.

Eskiden imtihanlar klâsik usulle yapılırdı. Değerlendirmeler, soruların doğru cevabıyla sınırlı kalmazdı. İfadenin düzgünlüğü, yazının okunaklı ve güzel oluşu, matematik probleminin çözüm yolunun doğruluğu gibi az da olsa dikkate alınan kriterler vardı.

Değinmek istediğim imtihanın şeklinden ziyade yaşantımıza yerleşmiş bulunan imtihanın kendisi. Yaratılış sebebimiz olan imtihan. İnanan insanların önemle üzerinde titrediği imtihan. Bu dünya imtihan yeri. Dünya misafirhanesinde kalıyor, salonunda sürekli imtihan oluyoruz. Nelerden mi? Mal-mülk, çoluk-çocuk, ana-baba gibi hemen her şeyden. Bazen problemi çözmeye yanlış yoldan başlıyoruz. Çözüme ulaşamadığımız gibi çözüm yolundan da not alamıyoruz sanırım. Kaş yapayım derken göz çıkarıyoruz. Hayra teşvik metodunun yanlış seçilmesi, amacımızın tam tersini netice veriyor.


Küçük Cem camiye gider. Ayağı rahatsızdır. Düzgün duramaz. Yaşlılardan biri ayağına vurur, camiden soğutulur diye anlatılan değerli sanatçı merhum Cem Karaca’dır. Şarkılarından birinde şöyle sesleniyor:

“Bir çiviyi çakar gibi vura vura günlere

Dört nala gidiyoruz bizi bekleyen yerlere”

Kısacık ömrümüzün hızla geçip gittiği imtihan yeri olan dünya, aynı zamanda ahiretin tarlasıdır. Burada ekilen ne ise, orada biçilecek olan da odur. Onca zahmetleri çeken, fedakâr ana ve babaların ahirette evlatlarından bekledikleri; ya evlatlarının kötü yaşantılarının günahları ya da meşru yaşayışlarının sevapları olacaktır.

Zamanın şartları gereği çocuklar, çocukluklarını doyasıya yaşayamadan kreşe, okula gönderiliyor. Ardı arkası gelmeyen imtihanlar başlıyor. Okuduğu derslerin imtihanı, iyi bir okul ve üniversite kazanabilmesi, işe girebilme ve girdiği işte yükselebilmesi hep imtihanı gerektiriyor. Ana-babalar, çocuklarının bu imtihanlara hazırlanması, başarı sağlaması üzerinde titizlikle duruyor. Bu konuda azami fedakârlığı gösteriyor. Çocuğunun başarıları, iş-güç, hatta makam-mevki sahibi olması, ana-babayı haklı olarak gururlandırıyor. Hayat şartları zor. Elbette evlatları hayata hazırlamak ana-babanın görevidir. Bu hassasiyetin gerçek imtihanlarında da gösterilmesi gerekir. Bu da onların en önemli görevleridir.

Dünyaya münhasır teşviklerle yetiştirilen evladın eşini belirleyecek kriterler de dünyaya aittir. Yuva kurulur. Ana-baba atalık görevini yerine getirebilmenin rahatlığı içindedir.

Fakat evladın, beşikten mezara kadar derdi bitmez. Onların ufacık ızdırabı, ataların yüreğini parçalar. Ah ile vah demekten başkası gelmez baston tutan ellerinden. Hele bu ızdıraplar tek taraflı yetiştirilmenin sonucu ise yıldırım çarpmışa döner zayıf yürekleri. Çınar ağacı gibi içten içe çürümeye başlamışlardır artık. Hafif rüzgarlarla yıkılıverecekmiş gibidirler. Yorgun bedenlerini dinlendirecek yer ararlar. Huzurevine de gitmek istemezler. Çünkü evlâtlarının onuru kırılacaktır. Kırılan bizim kalbimiz olsun, katlanırız derler. Fakat evlat katlanamaz. Kedisine gösterdiği ihtimamı zavallı ihtiyarlardan esirger. Dünya ile sınırlı sandığı hayatını yaşamak ister.

Yıllar dört nala koşup gitmiştir. Fırtınalar eser. Meyveleri dökülen elma ağacının altında armut aramak boşunadır. Zavallı ihtiyar, alnını titrek ellerine dayar. Kuruyan gözlerinden geleceğini sandığı gözyaşını saklamak ister gibi kapanır. İçin için ağlar. Mecalsiz dudaklarından, biraz da pişmanlığın verdiği isteksizlikle iki kelime dökülür: “GERÇEK İMTİHAN!”


Mustafa Pekel

(Objektif Gazetesi, 15 Mart 2008 Cumartesi – Tlf. 0536 676 45 75)

1 yorum:

nalan dedi ki...

merhaba,2000 yılında depremzede günlerimizi Isparta Orduevinde geçirirken
"test nesli tost nesli benim evladım "dizelerini barındıran şiiri okuyup bir yerlere yazmış ve yitirmiştim.Aklıma düşüp google dan ararken size ulaştım.
Şiirin tümüne sahipseniz bana gönderirseniz çok sevineceğim.
Em.öğr.Nalan Güler

Yorum Gönder