İHTİYAR BABAYA HÜRMET

Bir çocuk mektepte pek güzel imtihan vermiş, mükâfatlar almış. Babası ihtiyar, cahil bir adamdı.

Çocuk: Babamdan çok bilgim var diye kibirlendi. Bir gün ihtiyarın karşısında “Benim bildiklerimi sen bilemezsin” diye kurulmaya başladı.

Babası dedi ki:

- Evlâdım! Sen şimdiye kadar şüphesiz birçok şeyler öğrendin. Benim de bildiğim bir hikâye var. Sana şimdi öğreteceğim. Ne olur, bunu dinle, ezberleyiver. Hikâyesine başladı:

Bir gün cücenin biri, etrafı daha iyi görmek için gayet uzun boylu bir adamın omzuna çıkmış. Eliyle uzun boylu adamın başına vurmuş da:

“Ben senden daha iyi görüyorum” demiş. Uzun boylu adam ona bakmış, cevap vermiş:

“Omzuma çıkmış olmasaydın, hiçbir vakit bunu söylemezdin!”

“İşte çocuğum! Vakıa ben büyük bir adam değilim. Lâkin senin babanım. Sen küçük iken, seni çok zamanlar omzumda taşıdım. Bugün sana bakan, yiyeceğini temin eden benim. Yavrum! Bunu hiçbir zaman unutma!”(İbrahim Hilmi, Çocuklar İçin Kolay Kıraat, İlk Mektep 3. Sınıf, (Osmanlıca) Orhaniye Matbası, 2. Tab., İst. 1926, s. 14.)

Evlât sevgisi, dünya sevgilerinin üstünde, fedakârlık derecesindedir. Ne kadar büyüse de o, ana-baba nezdinde halâ çocuktur.

Hoşa gitmeyen tavırlarına kızılsa da yine sevilir. İyi olanı herkes sever. Ana-baba için asıl olan kusurlarıyla birlikte sevebilmektir.

Ana-baba kendilerinden çok çocukları için yaşamaktadırlar. Gerektiğinde yemez yedirir, giymez giydirir. Baba, sıradan istek ve ihtiyaçlarını dahi karşılayamamaktan duyduğu ızdırabı başka hiçbir şeyden duymamaktadır. Aile bütçesini dengeleyebilmenin, hatta ek gelir elde edebilmenin yollarını arar. Bunun için gece gündüz çalışmaya razıdır. Ananın fedakârlığını ise bilmeyen yoktur. Dillere destan olmuş, fedakârlığın hemen hemen tek temsilcisi haline gelmiştir.

İnsan; daha evlât sahibi olmadan maddî ve manevî hazırlığın telaşındadır. Onu en güzel yetiştirebilmenin arayışı içindedir. İleri yaşlarda istikbâl endişesi başlar. Hayata hazırlayabilmek için her türlü imkânlarını zorlayıp, önüne serer. İçinde bulunduğu şartların, kendinde bıraktığı noksanlıkları evlâdında görmek istemez. İsteği, onun kendisinden çok daha iyi duruma gelmesidir. Zamanın yaşam standartları da bunu gerektirmektedir.

Bu konuda değerli ilkokul öğretmenim Ali Nazım Karakaya’nın vermek istediği mesajı hatırlarım. Özet olarak; “Babanızdan mutlaka ileride olmalısınız ki, günümüz şartlarında onun yaşam standartlarına erişebilesiniz” diyerek, varmamız gereken hedefi göstermiştir. (Değerli öğretmenimi, hayatta ise saygılarımla, vefat etmişse rahmetle yad ediyorum)

Evlâdında maddî, manevî meziyetlerin azami derecede tezahür ettiğini görmek, her ana-babanın ideali, en büyük mutluluğu ve gururudur.

Evlâdın ömür boyu omzunda taşınması ataya yük olmaz. Ne var ki hayat, onun kendi ayakları üzerinde durabilmesini gerektirmektedir.

“Büyük görme; küçülürsün

Kamillerde, büyüklük mikyâsıdır (ölçü) küçüklük;

Nâkıslarda (noksan), küçüklük mizanıdır (ölçü, tartı) büyüklük.”(B. Sait Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İst. Aralık 1993, s. 665.)

Büyüklük kompleksine kapılan insanlar, kendine omuz veren insanlardan üstün olsalar da, insanlık açısından bakıldığında, görülmeye değer bulunamayacak kadar küçüktürler. Vefa duygusu taşıyan tevazu sahipleri ise, sebeplerin ardında, sonsuz nimetler bahşeden Allah-ü Teâlâ’yı görebilecek kadar büyüktürler.

Öpülmeyecek elleri öper baba,

Gecesi, gündüzü yoktur, harcar çaba

Yorgunluğuna eklenen kaygı caba

Oğlunun artanıdır giydiği aba.

Beli bükülmeden ayıplanır ata,

Yılda bir lâyık görülür mükâfata

Evlâdın değil, kendisinindir hata

Çünkü hiç girmemiştir maneviyata.


Mustafa Pekel

(Objektif Gazetesi, 07 Mart 2008 Cuma)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder