"BENİ NAMAZA BAŞLATAN KİTAP" YAZI DİZİSİ

BENİ NAMAZA BAŞLATAN KİTAP - 1
BENİ NAMAZA BAŞLATAN KİTAP - 2
BENİ NAMAZA BAŞLATAN KİTAP - 3

"KOMUTANIM" YAZI DİZİSİ

KOMUTANIM - 1
KOMUTANIM - 2

"AİLE" YAZI DİZİSİ

AİLE - 1
AİLE - 2
AİLE - 3
AİLE - 4

"KÖYÜMÜZ" YAZI DİZİSİ

KÖYÜMÜZ - 1
KÖYÜMÜZ - 2

"DOSTLARA YÜRÜMEK" YAZI DİZİSİ

DOSTLARA YÜRÜMEK
DOSTLARA YÜRÜMEK - 2
DOSTLARA YÜRÜMEK - MUSTAFA ALİ ORAL
DOSTLARA YÜRÜMEK - HALİS YAVUZ
DOSTLARA YÜRÜMEK - ERCAN KÜÇÜKEŞMEN
DOSTLARA YÜRÜMEK - ÜMRAN BENLİ - 1
DOSTLARA YÜRÜMEK - ÜMRAN BENLİ - 2
DOSTLARA YÜRÜMEK - BİROL PEKEL - 1
DOSTLARA YÜRÜMEK - BİROL PEKEL - 2
DOSTLARA YÜRÜMEK - BİROL PEKEL - 3
DOSTLARA YÜRÜMEK - SELMA KARACA
DOSTLARA YÜRÜMEK - MURAT YÜKSEL
DOSTLARA YÜRÜMEK - MANEVİ EVLAT

"İBRAHİM ÖZGÜLEÇ’İN EĞİTİMİ" YAZI DİZİSİ

İBRAHİM ÖZGÜLEÇ’İN EĞİTİMİ 1
İBRAHİM ÖZGÜLEÇ’İN EĞİTİMİ 2

"ÇOCUKLUĞUMU ARIYORUM" YAZI DİZİSİ

ÇOCUKLUĞUMU ARIYORUM 1
ÇOCUKLUĞUMU ARIYORUM 2
ÇOCUKLUĞUMU ARIYORUM 3
ÇOCUKLUĞUMU ARIYORUM 4
ÇOCUKLUĞUMU ARIYORUM 5
ÇOCUKLUĞUMU ARIYORUM 6

"KADIN VE AİLE" YAZI DİZİSİ

KADIN VE AİLE 1
KADIN VE AİLE 2
KADIN VE AİLE 3

"SATALIM" YAZI DİZİSİ

SATALIM 1
SATALIM 2

"RAMAZAN-I ŞERİF" YAZI DİZİSİ

RAMAZAN-I ŞERİF 1
RAMAZAN-I ŞERİF 2
RAMAZAN-I ŞERİF 3

"DELİKANLI" YAZI DİZİSİ

RAMAZAN-I ŞERİF 2

“O Ramazan ayı ki, insanlara doğru yolu gösteren, apaçık delillerini taşıyan ve hak ile batılı ayıran Kur’an, o ayda indirilmiştir.” (Bakara, 2/185)

RAMAZAN-I ŞERİFİNİZ MÜBAREK OLSUN

YUVALARINIZ SIHHAT VE HUZURLA DOLSUN

Amelinin değeri artar Müslüman’ın

Okuyup, feyizlenir feyziyle Kur’an’ın

İnsanlığa sonsuz lûtfudur Yaradan’ın

Saymakla bitmez hikmetleri Ramazan’ın

(M.Pekel)

Oruç toplumsal dengeyi sağlar

İnsanları birbirlerine bağlar

Fakir şükürle doyar doymayana ağlar

Ruhu şelale gibi çağlar

Feryadı zenginin yüreğini dağlar

Açlığı açlıkla tanır

Tokken herkesi tok sanır

Tüm varlığı nefsinde toplanır

Malı mülkü elinde tutar

Öyle insanlar var

Hırsla kalkar ve yatar

Helal-haram demez hayvan gibi yutar

Oruçla açlığı tadar

Kendinden fakiri arar

Şefkat ve merhametle yardıma koşar

İnsan açlıkla kulluğunu bilir

Nefis imana gelir

Yerleşir kalbinde mülkiyete saygı

Elini uzatırken nimete duyar kaygı

Sahipsiz değildir der zemin yüzüne açılan yaygı

Gücü kuvvetidir nefsin ölçeği

Sanır bedeni demir ve çelikten

Oruç gösterir ona gerçeği

Anlar çabuk dağılır etten kemikten

Nefis yemeden içmeden vazgeçer

Kötü arzularından tecerrüt (sıyrılır) eder

Melek vaziyetine girer

Madem Şehr-i Ramazan

Bu mübarek ayda indi Kur’an

Bırakmaz elinden

Okuyup yaşar Müslüman

Hem ezeli kelâm sahibinden

Hz. Cebrail’den

Yeni nazil oluyor gibi okur ve dinler

Resul-i Ekrem’den işitiyor gibi bir halete erer

“O Ramazan ayı ki, Kur’an

O ayda indirilmiştir” ayetinden olan

Semavî hitabı okur hafızlar her Ramazan

Arz yüzünde kalmaz duymayan

(Kaynak: Risale-i Nur Külliyatı, 29. Mektup, 2. Kısım)

MSN: pekelailesi32@hotmail.com

(Hedef Gazetesi, 30 Ağustos 2008 Cumartesi – Tlf. 0536 676 45 75)

RAMAZAN-I ŞERİF 1

“O Ramazan ayı ki, insanlara doğru yolu gösteren, apaçık delillerini taşıyan ve hak ile batılı ayıran Kur’an, o ayda indirilmiştir.” (Bakara, 2/185)

RAMAZAN-I ŞERİFİNİZ MÜBAREK OLSUN

YUVALARINIZ SIHHAT VE HUZURLA DOLSUN

Rahmet ve bereketiyle gelir Ramazan

Gönüllere dolar coşku ile heyecan

Bu ayda indirilmiş pusulamız Kur’an

Bahtiyardır onu okuyup da yaşayan

(M.Pekel)

İslâm’ın büyük şeairlerindendir Ramazan

Orucu farz kılmıştır bu ayda Yaradan

Her mevsimi onunla yaşar ömrü olan

Sabırsızlıkla bekler her Müslüman

Çoluk çocuğu sarar tatlı bir heyecan

Ramazan-ı Şerifin çok hikmetleri var

Cenab-ı Hakk’ın Rububiyetine bakar

Zemin yüzü sofra olmuş

Çeşitli nimetlerle dolmuş

Her canlı umulmadık şekilde rızkını bulmuş

Ey insan

Gaflet uykusundan uyan

Rahman ve Rahimdir aczini duyan

Muntazam bir ordu gibi ehl-i iman

Oruçluyu davet ediyor ezeli Sultan

Hürmetle emrini bekliyorlar her an

Buyurun yiyin diyar akşam

Ne büyük bir ihtişam

Rahmet ve şefkatine olur şükrümüz tam

Oruç halis bir şükrün kapısını açar

İnsan açlıkla anlar

Nimetin lezzetleriyle coşar

Hem kalbi de yumuşar

Muhtaçların yardımına koşar

Hikmetlerinden biri şükre bakar

Oruç nimetin tadına tat katar

İbadetini ihlasla yapar

Açlıkta kuru ekmek

Baldan tatlıdır yemek

Oruçla mümkündür damak tadına ermek

Bir başka haz verir Allah’a şükretmek

Gündüz yasaktır uzatamaz nimete elini

Sakınır kötülüklerden her şeyini

Bilhassa kötü sözden dilini

Ben benim değil der anlar gerçek sahibini

Ya hiç vermeseydi der

İhlası artarak şükreder

(Kaynak: Risale-i Nur Külliyatı, 29. Mektup, 2. Kısım)

MSN: pekelailesi32@hotmail.com

(Hedef Gazetesi, 29 Ağustos 2008 Cuma – Tlf. 0536 676 45 75)

DELİKANLI – 3

Karabiler, meyhaneci Şevket’in sözlerinden sonra, Kurt Şair’le tanışmasına sebep olan, ilk tatsız karşılaşmayı hatırladı. “Şimdi hangi hayatın içinde, çamura batmış olacaktım?” diye mırıldandı. Meyhaneci Roman Şevket, klarneti eline aldı. Karabiber’in karşısına oturarak;

-Korkut, yani Kurt Şair, buraya geceleri gelmezdi. Gündüz bu saatlerde gelir, “Klarnetle bir fasıl geçsene abi” derdi. İçki içer miydi, bilmiyorum. Hiç sormadım, teklif de etmedim dedi.

Karabiber;

-Kurt Şair, arkadaşlarının içtiklerine karışmazdı. Fakat bir defasında bize, her gece çocukların kepazesi olan Tomson’u gösterdi. “Gündüz, beyefendiliğine hayran kaldığımız, şu adamın haline bakın! Yerlerde sürünüyor” demişti, dedi.

-Sen içkiden daha berbat bir çirkin içine giriyordun Karabiber!” dedi Meyhaneci Şevket.

Karabiber mahcup bir şekilde;

-Senin sözlerinden sonra ben de onu düşünüyordum be Şevket Abi! Baktım adamın cebi kabarık. Hemen cebellezi ettim. Tamam dedim, bu parayla alacağım gubardan köşeyi dönerim, diye düşündüm. Tam otobüsten inince, arkamdan birisi ceketimin iki tarafından tuttu. Kollarım bağlanmıştı. Parayı ne yapacağımı sordu. İnkâr etmenin faydası olmazdı. Gerçeği söylersem, o da bu işe yatar diye düşündüm. Birisi gubar istedi, iyi para var dedim. “Gel o zaman, sana gubarı bulalım” deyip, buraya getirdi. Gerisini biliyorsun işte, Şevket Abi. O gün bugündür kardeş gibiydik Kurt Şair’le.

Adamın ölümcül hastası mı vardı? Bu kadar parayla nereye gidiyordu? Hadi o adamcağızın anasını ağlattım, ya gubarı alıp, esrar piyasasına sürseydim. O kadar masumun günahını nasıl verirdim? Ya da paçayı kaptırıp, kodesi boylasaydım, diye günah çıkarıyordu.

Meyhaneci Şevket, klarneti elinden bırakarak;

-Yat, kalk, dua et Korkut’a, dedi.

Bir süre sessizlikten sonra Karabiber;

-Ya Şevket Abi! Merak ettiğim bir konu var. Kurt Şair’le bir gün, fırından simit aldık, yolda giderken ben yemeye başladım. “Oğlum, açlıktan mı çıktın? Ne bu acelen?” dedi. Tam bir kenara oturmuştuk ki, kız mı, kadın mı bilmiyorum, genç bir bayan bize bakarak geçiyordu. Kurt Şair, onu takip edip, evini, adresini ve neyin nesi olduğunu öğrenmemi istedi benden, dedi.

Meyhaneci Şevket hiddetlenerek;

-Hah! Hem seni çamurdan kurtarsın, yetmedi arkadaş diye bağrına bassın, arkasından adama bir de çamur atsaydın bari, dedi.

Karabiber, bu sözlere oldukça içerlemişti.

-Ya seni Abi bildik, iki lâf ettik acımızı unutalım diye, sen de neler çıkarıyorsun, deyip, öfkeyle meyhaneden çıktı.

Orhan, başkasına ait bir kamyonun şoförlüğünü yapıyordu. Bir kavga esnasında araya giren bir genci bıçaklamış ve hapse girmişti. Eşi ve bir çocuğu ilk zamanlar eldeki para ile idare edebilirlerdi. Nitekim öyle oldu. Fakat daha sonra ne olacak diye düşünürken, son zamanlarda eşi, para bile getiriyordu. Tahliyesi yaklaştıkça, kıskançlık da yiyip bitiriyordu kendisini. İhanet edeceğine pek ihtimal vermezken, her geçen gün, eşine olan güveni sarsılmaktaydı.

Nihayet eşinin, ihanet edebileceği düşüncesi ağır basmış bir halde tahliye oldu. Eşi ne kadar anlatsa da Orhan’ı inandıramıyordu. Parayı getiren gence, yaptığı iyiliğin karşılığında, ikram etmek istediği kahveyi bile kabul ettiremediğini anlattı. Gencin; “Bacım, benim için fark etmez. Bak çocuğun da var. Komşularınızın yanlış anlayarak, dedikodularından zarar görürseniz, getirdiğim bu paranın hiçbir kıymeti kalmaz” diyerek, kapıdan içeriye adımını bile atmadığını söylüyordu. Fakat Orhan’nın içini kemiren şüpheyi bir türlü yok edemiyordu. Onun böyle bir zanna kapılmasına da içerlemiş, yıkılmış, çökmüştü. Yaşamanın bir anlamı kalmadı artık deyip, ekmek bıçağını aldı ve Orhan’a;

-Al! Ya sen beni öldürürsün yahut da ben kendimi öldüreceğim. Bana sürdüğün lekeyle yaşayamam artık, dedi.

Orhan, bıçağı gördüğünden mi, kapının çalan zilinden mi nedense, birden irkilerek geri çekildi. İkinci irkilişi de kapıyı açtığında oldu. Kendini toparlayarak, kapıdaki gence:

-Biliyorsun, seninle bir hesabım yoktu, cezamı da çektim. Ne istiyorsun, niye geldin kapıma, dedi.

Kapıdaki genç, elindeki kâğıdı göstererek;

-Bu sizin adresiniz mi, yoksa yanlış mı geldim, diye sordu.

Adresin doğruluğunu öğrenince, cebinden çıkardığı zarfı uzatarak;

-Bunu babam gönderdi. Korkut, babama bir not bırakarak, bundan sonra emaneti, bu adrese göndermesini istemiş, dedi genç.

Orhan, kim bu Korkut dediğin adam, eşimi, evimin adresini nereden biliyor? Hem, baban bu parayı niye gönderiyor, diye sorduğunda eşi, gencin getirdiği zarfı alıp açmıştı. Kendini ispatlayabilmenin verdiği sevinçle;

-İşte! Korkut’un her ay getirdiği para da bu kadardı, diye bağırdı Orhan’a.

Orhan, karısına haksızlık ettiğini anladı. Fakat kafasında, cevabını merak ettiği sorular vardı. Parayı gönderen, hapiste yatmasına sebep olan bıçakladığı gencin babasıydı. Getiren de Korkut adında birisiydi. Kimdi bu Korkut? Neyse, eşi masumdu. Buna inanmıştı. Kafasında dolaşan neden ve niçin sorularının cevabını da, arar bulurum, diyordu.

MSN: pekelailesi32@hotmail.com

(Hedef Gazetesi, 28 Ağustos 2008 Perşembe – Tlf. 0536 676 45 75)

DELİKANLI – 2

Sali Aga bugün kahvehaneyi her zamankinden daha erken açmıştı. Hatta çayı demlemiş, kendine de bir bardak çay koymuştu. Ocağın hemen yanındaki masaya oturmak üzereydi. O sırada Korkut’un arkadaşı, Karabiber geldi. Sali Aga, bir an sevinmişti. Fakat Karabiberin kara yüzünün iyice karardığını görünce, sevinci yarıda kaldı. Sali Aga, ümitsiz bir halde;

-Yok mu, diyebildi.

Karabiber, çaresizliğin verdiği asabiyetle;

-Yok Sali Aga, yok işte! Üç gündür aramadığım yer, sormadığım kişi kalmadı. Korkut dedim, Kurt Şair dedim, ince uzun boylu dedim, tanıyana da, tanımayana da sordum, nerede olduğunu kimse bilmiyor, dedi.

Kahvehaneye müşteriler birer ikişer geliyorlardı. Sali Aga, kalktı. O sırada kardeşi Hakkı da geldi. Müşterilere, çayları Hakkı dağıtmaya başladı.

Sali Aga, kahvenin kapısında, Romanlardan Meyhaneci Şevket’i görünce şaşırdı. Çünkü kahveye hiç uğramazdı. Hem, kahvenin önünden de geçmezdi. Her zaman, meyhanesine bir üst sokaktan giderdi. Meyhaneyi gündüz bu kadar erken açtığı da vaki değildi. Müşterileri ancak akşam gelirlerdi. Sali Aga, buyur edip, oturması için masalardan birini gösterdi. Fakat meyhaneci Roman Şevket, Karabiber’in olduğu masaya gitti. Sali Aga da, ocağı kardeşi Hakkı’ya bırakıp, yanlarına geldi.

-Otur hele Şevket, hayrola sen bu kadar erken açmazdın meyhaneyi, buralara da uğramazdın, dedi Sali Aga.

Meyhaneci Roman Şevket, olanlara bir anlam verememenin şaşkınlığı içinde;

-Mahallemizden sanki cenaze çıkmış be Sali Aga! Mateme bürünmüş, kara bulutlar kaplamış mahalleyi, herkes suskun. Nereye gider bu delikanlı? Hiç kimseye haber de vermemiş, sırra kadem basıp gitmiş.

Hakkı’nın getirdiği çaydan bir yudum aldıktan sonra, sitemkâr bir tavırla;

-Mahallemiz neden yaslı? Çünkü, her birimizin üstünde Korkut’un hakkı var. Nerelidir, ne iş yapar, ne yer, ne içer, hiç sormak aklımıza geldi mi? Gelmedi. Yiğitti, delikanlıydı ya, o yetti bize. Hep ondan bekledik. Peki biz ne verdik? Arkadaşları, yazacakları aşk mektuplarının ilhamını ondan aldılar da, Kurt Şair lakabından başka ne verdiler? Söylesene Karabiber! Her birinizi çamurun içinden çekip, çıkarmadı mı?

Karabiber’in kara yüzü, bu sözler karşısında yeniden karardı.

-Doğrusun, haklısın Şevket abi, sadece bizi mi? Sali Aga’nın kızı… der demez, pot kırdığını anladı Karabiber. Sali Aga telaşlanarak;

-Nolmuş benim kızıma Karabiber, dedi.

Karabiber cevap vermedi. Ağzından çıkan lâfın yanlışlığını anladı, düzeltmek için bir şeyler söyleyecekti, fakat vazgeçti. Yeni bir pot kırmaktan korktu. Asabi bir şekilde kalkıp, kahvehaneden çıkan meyhaneci Roman Şevket’ten sonra, Karabiber de kalkarak, peşinden meyhaneye gitti.

Sali Aga, oturduğu yerden kalkmadı. Roman Şevket’in sözleri, alıp götürmüştü onu aylar öncesine. “Şevket haklı” diye mırıldandı kendi kendine.

Kahvedeki müşteriler giderek çoğalıyordu. Hakkı, müşterilere çayları yetiştirmekte zorlanıyordu. Ağabeyini ocağa çağıracaktı. Fakat o, hâlâ üzgün ve bitkin halde düşüncelere dalmıştı.

“Evet, Şevket haklı. Mahallemizin can borcu, namus borcu var” diye düşünüyordu Sali Aga. “Korkut, nereden gelmişti de bizi, böylesine bağlamıştı kendine? Çoluk çocuk hepimizin gönlüne taht kurmuştu.” dedi. “Ya kızım?.. Karabiber ne demek istedi acaba?” diye düşünürken, telaşlı bir şekilde, aceleyle masadan kalktı. Kızım, kızımın yanına gitmeliyim, dedi. Kardeşi Hakkı’ya, gidiyorum deyip, kahveden çıktı. Dışarıda ayakkabı boyayan çocuğu, kardeşi Hakkı’ya yardım etmesi için içeriye gönderdi.

Sali Aga’yı, kızının kayınpederi karşıladı. Şaşkınlık içinde;

-Hayrola Salih!

-Hayır, hayır da…. dünürüm, dedi Sali Aga.

Kızı da şaşırmıştı. Bu saatte kahvede olması gerekirdi, kötü bir şey mi oldu acaba, diye hayıflandı. Sali Aga, kızının hoş geldin baba diyerek, gösterdiği mindere oturdu. Hemen konuya girerek;

-Dünürüm, oğlunun kızımı almasına karşı çıkmıştın, Korkut sana ne dedi de sonradan razı oldun? Onunla nereden tanışıyordun?

Sali Aga’nın dünürü, mahcup bir halde;

-Delikanlı gelip, benimle konuşmak için izin istedi. Daha önce hiç görmemiştim. Yaşından büyük laflar etti. Yaşımdan, başımdan utandım. Bu kadar yaşı boşuna heba etmişim. Oğlumun yaşında sayılırdı ama haklıydı. Bir faciayı önlemişti. Yoksa ben, vicdan azabıyla nasıl yaşardım? Hatamı anladım ve gelip sizden kızınızı istedim.

Sali Aga, kızına döndü. Kızı;

-Korkut’u mahallemizden tanırım. Eşim Celal de, Karabiber vasıtasıyla tanışmış Korkut’la. Siz bir akşam misafirliğe gitmiştiniz. Celal’le Korkut gelip, beni evden aldılar. Celal’le kaçmaya karar vermiştik. Başka çaremiz yoktu. Celal, hele şurada biraz konuşalım diye parka götürdü. Babasının, hakkını helâl etmeyeceğini söylediğini ve kaçmaktan vazgeçtiğini söyleyince tartıştık. Kendimi kaybetmiştim, ilerideki çaya doğru koşmaya başladım. Biraz ötede bizi bekleyen Korkut, olanları duymuş ve bir çılgınlık yapacağımdan korkarak peşimden gelmiş. Tam kendimi çaya atacakken kolumdan yakaladı. Bana hiçbir şey söylemeden eve götürdü. Kapıya abim çıkmıştı. Onunla bir şeyler konuştuktan sonra, biraz geride beklediğim yerden, beni çağırarak, abime teslim edip gitti. Fakat kayınpederimle konuşup, onu ikna ettiğinden haberim yoktu, dedi.

MSN: pekelailesi32@hotmail.com

(Hedef Gazetesi, 27 Ağustos 2008 Çarşamba – Tlf. 0536 676 45 75)

ÇOCUKLARI SEVMEK

Çocuklar, sevgi ve şefkatle beslenip, gelişirler.

Ancak sevgi, her kusurunun hoşgörü ile karşılanması şeklinde algılanmamalı. Her kusurunun hoşgörü ile karşılanması, her isteğine evet denilmesi, onların bencilleşmelerine sebep oluyor. Sonu gelmeyen isteklerini tahlil etmek zorlaşıyor. Böyle yetiştirilen çocuklar, hep kendi çıkarlarını düşünmeye başlıyorlar. Başkalarının da haklarının olabileceği akıllarına gelmiyor.

Bu şekilde yetiştirilen çocukların ellerinden, bir bardak su içmek bile problem olur. Devamlı kendilerine hizmet edilsin isterler. Böylece sorumluluk almayan, geçimsiz, çevresindekilere ters düşen bir şahsiyet olup çıkarlar. “Ne yapayım, evladımdır, sineye çekerim” denilebilir. Böyle düşünen ana-babalar, çocuklarının toplum içinde yaşadığı problemlerden çektiği acıları da, sineye çekmek mecburiyetinde kalırlar. Hiçbir ana-baba çocuğunun ateşe düşmesine gözünü kapayamaz. Yoksa bu, sevgi olmaktan çıkar.

Sevginin ölçüsü hoşgörü olarak düşünüldüğünde çocuk, “Ne kadar seviyorsanız, o kadar katlanmak zorundasınız” mantığı ile hareket etmeye başlayacaktır. Bu da onun geleceğini tehlikeye atılması demektir. Çocuğu, sorumluluğunu bilen, kendisiyle, çevresiyle barışık, istikrarlı bir şahsiyet olarak yetiştirmek gerekir. İşte asıl sevgi bu olsa gerek.

Anne bebeğini, aşırı sıcak ve soğuklarda dışarıya çıkartmaz. Kendine zarar verecek davranışlarına izin vermez. Böyle bir annenin, hoşgörülü davranmadığını, dolayısıyla çocuğunu sevmediğini düşünemeyiz. Bilakis çok sevmektedir. Çünkü çocuğun sağlığını, hayatını tehdit eden muhtemel tehlikelerden korumaktadır.

Kısacası çocuğunu seven her ana ve babalar, onu hayata hazırlamak zorundadırlar. Dengeli beslenmenin insan sağlığındaki önemi ne ise, hoşgörünün dengeli olması da, çocuğun normal bir kişilik kazanabilmesi için o kadar önemlidir.

Sert tepki göstermek de çocukta içe kapanıklığa, ne zaman ne yapacağı belli olmayan davranışlara sebep olmaktadır. Çocuk, aşırı tepkiye maruz kalmamak için yalan söylemeye başlıyor. Korktuğu için, iyi ya da kötü her hal ve davranışını gizlemek zorunda kalıyor. Böylece, çocuğunu olumsuzluklardan arındırmak isteyen ana ve baba, kontrol imkânını da ellerinden kaçırmış oluyorlar. İşte o zaman istenmeyen davranışlar artarak devam ediyor, birçok kötü davranışlar, tedavi edilemez bir hastalık haline geliyor.

Aşırı ihtimam gösterilerek yetiştirilen çocuk ise, her şeyi hazır bulmak istiyor. Yaşı büyüdüğü halde, yeteneklerinde fazla bir gelişme olmuyor. Kendini bebeklikten kurtaramıyor. Yiyeceğinden giyeceğine kadar, her ihtiyacında ana ve babasının yardımını gözetiyor. Özgüvenini kazanamıyor. Her an kendini korunmaya muhtaç hissediyor. Ne kadar büyürse büyüsün, arkadaşlarından çocuk muamelesi gören ve dışlanan biri olup çıkıyor.

Çocukları elbette sevmeliyiz. Fakat sevgimizin devamı; onların, ayaklarını yere sağlam basabilen, hayata tutunabilecek yetenekte, özgüven sahibi bir şahsiyet kazanmalarına bağlıdır.

İstikbale giden yol, çeşitli engellerle dolu olan, zorlu bir yoldur. Çocuklarımızın zorluklara katlanabilmeleri, engelleri aşabilmeleri için, her an motive edilmeye ihtiyaçları vardır. Bunu sağlayabilmek için, sevgi ve hoşgörünün dozu kaçırılmamalı ve manevî duygularla takviye edilmelidir.

MSN: pekelailesi32@hotmail.com

(Hedef Gazetesi, 26 Ağustos 2008 Salı – Tlf. 0536 676 45 75)

ISPARTA BELEDİYESİNDEN ALTIN BİLEZİK

Mimar Sinan Camiinin karşı köşesinde açıkta kurulan masada, bir hanım kızımızın halkımıza sunduğu hizmeti merak edip, yaklaştım. Isparta Belediyesinin çeşitli branşlarda Sanat ve Meslek Eğitimi Kursları açtığını öğrendim. Hanım kızımız, bu kurslara katılmak isteyen vatandaşlara form dilekçe doldurtuyordu. Böylece bu faydalı hizmeti vatandaşımızın ayağına getirmekle birlikte ilgilerini çekerek, haberdar ediyor ve bilgilendiriyordu. Kursların tamamen ücretsiz olduğunu, kurs sonunda Milli Eğitim Bakanlığından onaylı sertifika sahibi olunacağı da belirtiliyordu.

Böylesine faydalı bir hizmete ilgisiz kalamadım. Daha fazla bilgi almak istedim. Halı Sarayında olduğunu öğrendiğim ISMEK bürosuna gittim. Beni nezaketle karşılayan Cengiz Bey’den bu konuda kapsamlı bilgi aldım. Ayrıca MSN adresimi ve telefon numaramı da alarak daha da bilgilendirebileceğini belirtti.

Burada konunun detaylarını verme imkânım yok. Meslek Liselerinin atıl kaldığı bu zamanda, Isparta Belediyesinin ortaya koyduğu bu hizmetin, her zamankinden daha çok önem arzettiğini düşünüyorum.

İnsanın diğer canlılardan farklı olarak, devamlı düşünmek, öğrenmek ve kendini yenilemek mecburiyetinde kalan bir yaratılışa sahip olduğunu görüyoruz. Bu da zamanı ve eğitimi değerli kılmaktadır. Kısacık dünya hayatı da zamanın, ne öldürülecek ne de boşa harcanacak kadar değersiz olmadığını gösteriyor. Hemen her yaşta öğrenmeye dolayısıyla eğitime muhtaç olan insan, zamanın her anını plânlı bir şekilde değerlendirmek durumundadır. Plânlanan zaman, her türlü ihtiyacı karşılamaya yetecektir.

Çalışan insanın dinlenmeye ihtiyacı, eğlenmeye de hakkı vardır. Odun kesmekle uğraşan adam, zaman zaman çalışmasına ara vererek, baltasını bilemekte ve gücünü yenilemektedir. Böylece daha çok verim elde edebilmektedir. Öyleyse insan, eğlenceye bu açıdan bakabilmelidir. Sihirli kutunun büyüsünden kendisini kurtarmalıdır. Internet Cafe ve diğer kahvelerde değerli zamanını hoyratça harcamamalıdır.

Dün okur-yazarlığı olanın, hizmet edebileceği alanlar mevcutken, bugün fakülte hatta yüksek lisans mezunları dahi istihdam edilebilmek için, çalmadıkları kapı bırakmıyorlar. Dün lise muadili Öğretmen Okulu mezunları hemen atanabilirken, bugün Eğitim Fakültesini bitirenler sınava tabi tutuluyorlar. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Bu da zamanın, daha rasyonel şekilde kullanılması gerektiğini ortaya koymaktadır. İş-güç sahibi olabilmek, bulunduğu işte daha yararlı olabilmek, farklı yeteneklerin geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu da kısıtlı zamandan azami derecede istifade edebilmeyi gerektiriyor.

Dün okumak istemeyen çocuk, ilkokuldan sonra zanaata gidebiliyordu. Hayatın zorluğunu görüp, okumaya yönelenler olabiliyordu. Bugün ilköğretimi bitirdiği yaştaki çocuğun, zanaata boyun eğmesi zor, birçoğu için de imkânsız görülmektedir.

Günümüzün yaşam şartları istikbal endişesini ön plâna taşımıştır. Birçok yetenekler, bu endişenin yarattığı umutsuz ve karamsarlık ortamında yok olup gitmektedir. Fakat farklı yeteneklere sahip olmanın önemini anlayanlar, bu ortamı lehlerine çevirebilmenin gayretiyle, zamanla yarışmaktadırlar. Bilhassa programcılık seviyesinde bilgisayarı, konuşabilecek derecede yabancı dili öğrenerek, istihdam edilebilme şanslarını artırabilmektedirler. Yapılması gereken de budur.

Hatta yetenekleri ortaya çıkarma, bilinenleri geliştirme arzusu sadece istihdam amacıyla sınırlı kalmamalıdır. Hemen her yaşta insanın, bir şeyler yapabilmiş olmanın mutluluğuna, toplumsal kaliteye katkıda bulunmanın hazzını da eklemiş olacaktır.

Bu mülahazalarla, halkımızın büyük çapta istifade edebileceğini düşündüğüm Isparta Belediyesinin “Sanat ve Meslek Eğitimi Kursları”nı, atalarımızın deyimiyle “Altın Bilezik” olarak değerlendiriyorum.

Daha önceki yazımda da kahvehanelerin kitaplarla donatılarak, kıraathane haline getirilmesinden duyduğum memnuniyetimi ifade etmiş ve Isparta Belediye Başkanı Sayın Hasan Balaman’a teşekkür etmiştim. Eğitime verdiği önemi, bu tür faaliyetlerle ortaya koymasından ziyadesiyle memnun oluyor, halkımızın da takdir edeceğini umuyorum. Hiçbir yatırım, insana yapılandan daha kârlı değildir. Çünkü faydalı ve kalıcı eserleri gerçekleştiren insandır. Toplumun huzuru, bütünlüğü ve kalitesi, eğitimli insanların varlığına bağlıdır. Bu inançla, bu yolda hizmet veren Isparta Belediye Başkanı Sayın Hasan Balaman’a tekrar teşekkür ediyor, başarılar diliyorum.

Sonuç, milletçe kucaklaşmak yekpare,

Eğitim, eğitim, eğitim tek çare.

(M. Pekel)

MSN: pekelailesi32@hotmail.com – Tlf. 0536 676 45 75

(Hedef Gazetesi, 25 Ağustos 2008 Pazartesi)

SATALIM – 2

Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında onlara cennet vermek suretiyle satın almıştır.” (Tevbe, 9, 111)

Göz ruhun penceresidir

Bu alemi seyreder

Meşru dairede kalmazsa eğer

Fâni güzelliklere meyleder

Nefsanî duyguları celbeder

Kötü arzularının tenceresidir

Şehvetin yemeği burada pişer

Nefsine hizmet eder

O zaman değeri düşer

Kavvat derekesine iner

Olmasın hevesatına hizmetkâr

Sat diyor gözünü yapan sanatkâr

Satarsan veriyor büyük kâr

O’nun hesabına bakar

Okursun kâinatın büyük kitabını

Tüm duygularına gezdirirsin semavatını

O zaman değerin artar

Arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin

Mübarek arısı derecesine çıkar

Ey akıl iyi anla

Azap çekip kötü zanla

Ömrünü doldurma gamla

Çirkin bir alet nerede

Kâinatın anahtarı nerede

Ey göz güzel bak

Deme neden her şey yasak

Meşru dairede kal keyfine bak

Düşürme değerini hesabını sorar Hak

Âdî bir kavvat nerede

İlâhî kütüphanenin âlim nazırı nerede

Satmak ağır değil hem kârlı bir iştir

Helal dairesi geniştir

Keyfe kâfidir hududu aşma

Hak yolundan şaşma

Farzlar hafif ve az

Allah’a kul olmakla

Duyulur lezzetli bir haz

Allah namına işle ve başla

Tüm duyguların doyar

Bir kaşık aşla

Allah rızası için ver ve al

Amellerin olmasın payimal

Daima izni dairesinde kal

Kusurlarından tevbeye dal

Nefis ve malın heba olmasın

Tohumları dünyada kalmasın

Çimlendirip köklerini ahirete sal

(Kaynak: Risale-i Nur Külliyatı, 6. Söz)

MSN: pekelailesi32@hotmail.com

(Hedef Gazetesi, 23 Ağustos 2008 Cumartesi – Tlf. 0536 676 45 75)

SATALIM – 1

Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında onlara cennet vermek suretiyle satın almıştır.” (Tevbe, 9, 111)

Nefis ve malın emanet

Satın-almak isteyen kudret

İlminin eseridir dünya ve ahiret

O’na itimat et

Emanete etme hıyanet

Satarsan karşılığında cennet

Veriyor Rabb’in işte ayet

Düşünürsen şayet

Anlarsın ne kadar kârlı bir ticaret

Her şey gidecek nihayet

Elbet bir gün kopacaktır kıyamet

Cismin ve malın heba olur

Ancak bakide beka bulur

Allah namına sarf edilen ömür

Sanma ki her dakikası çürür

Toprağa atılan tohum gibi

Baki âlemde açan saadet çiçekleri

Berzah âleminde yüzünü güldürür

Elin ayağın

Tüm azaların

Kıymetleri tüm duyguların

Birden bine çıkar

Yoksa her biri ateş olup yakar

Akıl bir alet

Hakk’a satmazsan şayet

Nefsine ettirirsen hizmet

Geçmişten hüzünlerle şikayet

Gelecekten endişe ve dehşet

Yüklenir de biçare başına açar dert

Sırnaşık sıkıcı çirkin olur gayet

Allah’ın verdiği bu kıymet

Azap olur çekersin zahmet

Akıl taciz edip sıkar

Her derdi başına yıkar

Günahkâr hayatından bıkar

Düşündükçe saplanır batağa

Rahat yatamaz yatağa

İnsanlıktan feragat etmek ister

Ah şu akıl olmasaydı der

Uyuşturmakta bulur çareyi

Eğlencelerle avunur diker şişeyi

Mesken tutar hastane tımarhane

Veya hapishaneyi

Aklını Allah hesabına çalıştırsan

Dilini hayra alıştırsan

Arı olur bal yapar

Kâinatın rahmet ve hikmet hazinelerinin

Kapılarını açar

Sahibini bu anahtar

Ebedî saadete hazırlar

İnsan Mürşid-i Rabbani derecesine çıkar

(Kaynak: Risale-i Nur Külliyatı, 6. Söz)

MSN: pekelailesi32@hotmail.com

(Hedef Gazetesi, 22 Ağustos 2008 Cuma – Tlf. 0536 676 45 75)

DELİKANLI

Salih ve Hakkı kardeşlerin çalıştırdığı bir kahvehane vardı. Sali Aga’nın kahvesi derlerdi. Sabahın erken saatlerinden, gecenin geç vaktine kadar hep dolu olur. Çerkez, Arnavut, Tatar, Manav, Roman, Göçmen diye, geldikleri yerlere göre bilinen, farklı kültürlerin izlerini taşırdı bu insanlar. Hepsi de birbirleriyle kaynaşmış, kimileri oyun oynar, kimileri de sohbet ederler. Masaların birinde tek başına oturan genç, sırtı duvara dönük, sol tarafındaki pencereden dışarıya bakıyordu. Adı Korkut. Arkadaşları Kurt Şair lakabını vermişti. Aslında dışarıya da bakmıyordu. Dalıp gitmiş, gözleri bir noktada sabitlenmişti. Belki de çocukluğunu bırakıp geldiği Anadolu’nun bir köyünü, insanlarını seyrediyordu camda.

Kendisi gibi uzun boylu fakat sarışın bir gencin, yanına geldiğinin farkında değildi. Azarlayan bir ses tonuyla;

-Bana bak arkadaş!, diye bağırdı sarışın genç. Kurt Şair, pencereden gözlerini ayırarak yavaşça başını, sarışın gence çevirdi ve;

-Sen de kimsin, diye sordu.

-Canavar namıyla tanınırım bu memlekette, dedi. Sen kim olduğuma boş ver diye diklendi.

…….

-Sen benim manitamın peşinde dolaşıyormuşsun, dedi sesini biraz daha yükselterek.

Yan masada oturan Romanlardan Çilek Yaşar, kayıtsız kalamadı bu söze;

-Kurt Şair öyle şey yapmaz, diye homurdandı.

Kurt Şair ayağa kalktı ve;

-Sali Aga! Dışarıya iki çay gönder, diye bağırdı kahveciye. Canavar’a da dışarıya gelmesini söyleyerek kapıya doğru yürüdü.

Kahvehanedekiler telaşlanmışlardı. İki gencin kapışacaklarını düşünüyorlardı. Canavar da şaşkın ve kararsızdı, fakat ister istemez Kurt Şair’in peşinden dışarı çıktı.

Kahveci Sali Aga, eski kulağı kesiklerden, uyanık biriydi. Kurt Şair’i de çok severdi. Müşterileriyle sohbet etme fırsatı bulduğunda, mutlaka Kurt Şair’i övgülerle anlatırdı. Onun arkadaşlarını; Çilek Yaşar, Tatar Davut, Çerkez Etem, Kırbaş Memet, Karabiler, Kürt Emin diye bir bir sayar, her birinin şar-şor hareketlerini bırakıp, nasıl adam gibi adam olduklarını, mahallede erkek sinekleri bile dolaştırmadıklarını, örneklerle anlatırdı.

Sali Aga, çayları hemen götürüp, iki gence verdi ve arkalarında bekledi. Çilek Yaşar da kapının yanına gelmişti. Bir taraftan da Canavar’ın avaneleri olabileceğini sandığı kimselerin, olup olmadığını kontrol ediyordu.

Kurt Şair, çayının şekerini karıştırdı. Bir yudum aldıktan sonra, sakin bir şekilde söze başladı.

-Bak arkadaş! Sen Canavarsan, ben de Kurdum. Fakat ikimiz de hayvan değiliz. Delikanlıyız, öyle değil mi?

Canavar, şaşkınlığını üzerinden atmış, “delikanlıyız” sözüne takılmıştı. Romanlardan Meyhaneci Şevket’in anlattığı gibi gerçekten delikanlıymış, dedi içinden. Hatta Şevket’in kızları; “Erkeklerimizden kimse bize sahip çıkmadı. Roman olmadığı halde, abimiz gibi bizi koruyup gözetti. Sataşanların derslerini verdi. Mahallede korkusuzca gezebiliyoruz” demişlerdi. Canavar, bunları düşünürken sakinleşmişti. Yine de kavgacı bir tavırla;

-Senin yaptığın delikanlılık mı, diye kabardı.

-Delikanlı adam dolmuşa binmez, dedi Kurt Şair.

Canavar bir şeyler söyleyecekti ki, Kurt Şair hiddetlenerek;

-Dinle lan, dedi sert bir şekilde.

Önce elin dolmuşundan in,

Sonra halk otobüsüne bin,

Kız kardeşini getir bana,

Emanetimdir de bu sana,

Dokunulmaz namus ve cana.

Delikanlılığı okuduk,

Halımızı böyle dokuduk.

Nasıl bıraktınsa öyle al,

Akıllı ol, delikanlı kal.

Seni dolduranlar, mahalleye gelemez oldular, neden? Çünkü karşılarında beni buldular. Kız kardeşleriniz, rahat nefes aldılar dedi ve sordu:

-Sen şimdi delikanlı mısın?

Canavarın sarışın yüzü kızardı ve kendini toparlayarak, Sali Aga’ya, iki çay, diye bağırdı.

Bu olayı, Canavar’ın manitam dediği kız da duymuştu. Zaten sevmediği Canavar’ı yanına yaklaştırmaz oldu. Kurt Şair’i her gördüğünde, eli ayağı dolaşırdı sanki. Ona duyduğu sevgi hissi, şimdi daha da şiddetlenmişti. Aşık olduğunu anlamıştı fakat Kurt Şair’e bir türlü aşkını duyuramıyordu. Kızcağız, günlerce, aylarca düşünür, yemeden içmeden kesilir. Bu karşılık bulmayan aşkın dayanılmaz acısıyla kıvranır. Çaresizdir. Çünkü dünya güzeli de olsa, Kurt Şair’in dönüp bakmayacağını bilmektedir. Böyle duymuş, böyle tanımıştır onu. Gönlüne aşk ateşini düşüren de; Kurt Şair’in bu yönüydü zaten. Kız, bu ızdıraba daha fazla katlanamam der, Meryem’e gider.

Kurt Şair’in çamaşırlarını yıkayan dul kadın Meryem, kızın halini anlar. Dermansız derde düştüğünü, bu sevdadan vazgeçmesini söyler kıza. Fakat kızın acınacak haline dayanamaz, sakın umutlanma demeyi de ihmal etmez.

-Kurt… der Meryem, yutkunarak.

…….

-Sen, benim oğlum sayılırsın… Kelimeler, Meryem’in boğazında düğümlenir. Fakat, zor da olsa söyleyeceğini söylemiştir.

Bu, Meryem’in Kurt Şair’e söylediği son sözü ve onu son görüşü olur. Sadece Meryem değil, o günden sonra Kurt Şair’i bir daha gören olmaz.

MSN: pekelailesi32@hotmail.com

(Hedef Gazetesi, 21 Ağustos 2008 Perşembe – Tlf. 0536 676 45 75)

KÖYLÜ ZENGİNDİR

Sofraya gelen ekmekte, köylünün nasırlı ellerinin izlerini görüyorum. O eller her an, her vesileyle Allah’a açılıyor. Rahmetine, merhametine, şefkatine açılan o eller, fiili dualarıyla tamamlıyor yakarışını. Lûtfuna mazhariyetinin şükrüyle dinleniyor. Yeni bir güne ulaşmanın huzuruyla yeniden başlıyor dualarına. Yapışıyor sabanın kulpuna, kazıyor definelerle dolu toprağı. Biliyor ki, bu bir fiili duadır. Sabanıyla çalıyor, rahmet kapısını. “Ya Rab! Kabul buyur, kapına geldim, lütfet!” diyor. Yorulan bedenini, manevî teneffüsle dinlendiriyor. Ellerini açıyor, yalvarıyor ellerinin nasırlarını şefaatçi yaparak istiyor. Sofraya gelen mübarek nimetlerde, köylümün bu halis dualarını buluyorum.

Köylümün eli bol, gönlü zengindir. Tanıdığınızın olmadığı bir köye gitmişseniz, hiç endişe etmeyin. Aç, açıkta bırakılmazsınız. Mutlaka birisi gelip, halinizi hatırınızı sorar ve misafirimsin der, evine götürür. Kendisinin yemeye kıyamadığı, çocuklarından esirgediği ne varsa önünüze koyar. Özenle beslediği horozunu, davarını keser, sofranıza koyar, buyurun der. Çünkü onlar, Allah’ın rızasını gözetir, sünnetin makbuliyetine inanırlar.

Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayetle Peygamber Efendimiz (s.a.v.); "Kim Allah’a ve ahirete inanıyorsa misafirine ikram etsin. Kim Allah'a ve ahirete inanıyorsa komşusuna ihsanda (iyilikte) bulunsun. Kim Allah'a ve ahirete inanıyorsa hayır söylesin veya sükût etsin." [Buhari, Edeb 31, 85, Nikah 80, Rikak 23; Müslim, İman 74, (47); Ebu Davud, Edeb 132, (5154)].

Ebu Kerime (r.a.)’den rivayetle Peygamber Efendimiz (s.a.v.); "Bir gece misafir olmak Müslüman’ın hakkıdır. Kim, (bir ev sâhibinin) avlusunda sabahlarsa, ağırlanma masrafı, (ev sahibi) üzerine bir borç olur. (Misafir) dilerse o hakkını alır, dilerse terk eder (almaz)." [Ebu Dâvud, Et'ime 5, (3750)].

Benzeri birçok hadislerde misafirliğin önemi anlatılmıştır. Bunları ezbere bilmeseler de, maksadını kavramışlar ve titizlikle uygulamaktadırlar.

Köylümüz tahsilli olmasa da, uzun kış gecelerinin tatlı sohbetleriyle eğitilmiş, atalarından gördükleri bu güzel yolu devam ettirmeyi bir vefa borcu bilmiştir. Çünkü bu faziletli yol, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in rehberliğinde Allah’a ulaşmaktadır.

Bunlara benzer daha birçok fazilet örneklerini sıralamak mümkün. Bugün karnımızı doyuran, köylümüzün nasırlı ellerinin şefaatiyle yedirdiği nimetlerdir. Ruhumuzu doyuran da, yine onların faziletli davranışlarından özümleyerek aldığımız derslerdir. Bu derslerdir ki; inşallah her iki cihan saadetimizin en büyük kazancıdır.

Konu ile ilgili olarak “Kim Daha Cömert” başlıklı bir hikâye ile yazımı noktalayayım.

“Hatem-i Taî isminde yüce bir kişi vardı. Cömertliği dillere destandı. Bir gün:

- Yeryüzünde senden daha cömert bir kimse var mı, diye sordular.

O yüce kişi:

- Var… Dedi ve şöyle anlattı: Bir gün bir gence misafir olmuştum. Bana bir koyun kesti. Ben koyunun böbreklerini çok severdim. Bunu gence söyledim. Bir ara ortalıktan kayboldu. Sonra geldi. Varı yoğu olan bir ev, bir inek, yedi de koyunu vardı. Koyunların hepsini kesti. Getirdi, böbreklerini pişirip önüme koydu:

- Buyur, dedi. Sana hizmetimde kusurum olduysa bağışla…

Ondan bunu işitince gözlerim doldu:

- Bunu niye yaptın, varın yoğun olan, yedi koyununu benim için niye kestin, dedim. O şu sevabı verdi:

- Hiç olur mu, dedi. Bana bir tanrı misafiri gelsin de ben ona elimde imkân varken sevdiği şeyi ikram etmeyeyim.

Hatem’e sordular:

- Onun bu ikramına karşılık ne yaptın?

Cevap verdi:

- Derhal üçyüz deve ile beş yüz koyun gönderdim.

Bunun üzerine Hatem’e:

-Sen, dediler ondan daha cömertsin.

Hatem cevap verdi ve şöyle izah etti:

- O öksüz, dedi, benden daha cömerttir. Sebebine gelince: O, benim için varı yoğu olan yedi koyununu bir Tanrı misafirine feda etti. Ben ise ona servetimin az bir miktarını verdim. (Murat Tarık Yüksel, En Güzel Dinî Hikâyeler, İst. Aralık 1972, s. 153)

MSN: pekelailesi32@hotmail.com

(Hedef Gazetesi, 20 Ağustos 2008 Çarşamba – Tlf. 0536 676 45 75)

MEYVELİ AĞAÇ TAŞLANIR

Çalışmak, hayatı devam ettirmenin bir gereği olduğu kadar, insanın ruhunu dinlendirmekte ve huzur vermektedir. Hele bu, ihtiyaçtan kaynaklanmayıp, mecbur olmadığı halde hayır işlerine koşmak, memlekete faydalı olmak için yapılan bir iş ise, mutluluğumuzun derecesi daha da artıyor.

Çalışan kişi, zaman zaman hatalar yapabilir, “Meyveli ağaç taşlanır” sözünde olduğu gibi, yaptıkları tenkit edilir. Ortaya koyduğu işlerde de yanlışlar, noksanlar bulunabilir ya da başka türlü, başka bir işin yapılması gerektiği düşünülebilir, söylenebilir. Çalışmayan kişinin, yakınılacak, tenkit edilecek tarafı, sadece tembelliğidir. Ortaya koyduğu bir şey olmadığı için, aranacak noksanlık, tenkit edilecek bir taraf da yoktur.

Kim tarafından yapılırsa yapılsın, yanlışlara dur demek, herkesin insanlık görevi olmalıdır. Fakat bu görevi yerine getiren insan, bunu nefis ve bencillikten uzak kalarak icra etmelidir. Bu anlayışla yapılan yapıcı tenkitler, çalışanın şevkini artırır, yaptığı birçok güzel işleri de, küçük bir kusurla gölgelenmemiş olur. Yoksa iş inada biner, hatalar giderilemediği gibi, yenilerinin eklenmesi kaçınılmaz olur.

Bir bahçeye girdiğimde, içindeki çirkinliklerle değil; ağaçların, meyvelerin, çiçeklerin güzellikleriyle ilgilenir ve mutlu olurum. İster iyimserlik, iter mizaç deyin, benim tarzım bu. Fakat bazı olumsuzlukların, güzellikleri gölgelemesine gönlüm razı olmaz. Ayrıca şahsımdan çok başkalarının rahatsız olduğu, zarar gördüğü, yapanın isteği dışında gelişen olumsuzluklara da seyirci kalmamam gerektiğini düşünürüm.

İşte bu düşünceyle görebildiklerimden birkaçı:

“Hayatta bir defa” anlayışı içinde gerçekleştirilen düğün ve bazı özel günlerde yapılan diğer kutlamalar… Havai fişekler, halkımızın bir kesiminin, birkaç saniye de olsa ilgisini çekerken, atılan silahlardan rahatsız olan insanlarımız çoğunluktadır. Maganda kurşunlarının elim neticelerine şahit oluyor, acılara boğuluyoruz. Konvoylardaki kazalarla sevincimiz buruklaşıyor. Ekonomik açıdan bakıldığında, millî servet heba oluyor. Zaten borçlu doğmakta olan, gelecek nesillerin yükünü hafifletmek yerine, bir kat daha borç yükleniyor.

Dostlarımdan biri, Ankara’dan sıla-i rahim için Isparta’ya gelirken, Çünür Mahallesi kavşağında, kesilen asfaltı fark edemez. Çünkü hiçbir trafik işareti yoktur. -Var da dikkatinden kaçmışsa kendi hatası.- Hem maddî zarar, hem de zaman kaybına uğrar. Canı sıkılsa da, cana zarar gelmemesine şükreder.

Sinekle mücadele çalışmalarında ilaçlamalardan birinin, akşama yakın yapılması halkımızı rahatsız etmektedir. “Daha geç saatlerde yapılamaz mı?” deniliyor.

Yetkililer, büyük fedakârlıkla büyük hizmetler vermektedirler. Hizmetlerinin temelini toplumumuzun rahat ve huzuru, insanımızın can güvenliği teşkil etmektedir. Can kaybına sebebiyet veren talihsizliklerin yaşanmaması için, kutlamalarda başka alternatiflerin ikâme edilmesi şarttır.

Yapılan büyük ve güzel hizmetlerin, halkımızı rahatsız eden unsurlarla gölgelenmemesi dileğiyle, yetkililere başarılar dilerim.

MSN: pekelailesi32@hotmail.com

(Hedef Gazetesi, 19 Ağustos 2008 Salı – Tlf. 0536 676 45 75)