DÜDÜK

İşte size hakiki bir hikâye:

Bir küçük çocuğa annesi babası para verirler. Çocuk o parayı budalaca sarf eder. Sonra kendi utanır, nadim olur. Adeta bir büyük adamın da çocukluğunda başına böyle bir vakıa gelmiş.

“Beş, altı yaşında bir küçük çocuktum. Bir bayram günü dayılarım, amcalarım, ebeveynim mini mini ceplerimi parayla doldurdular. Hemen sokağa çıktım. Oyuncakçı dükkânına gidiyordum. Lâkin yolda bir çocuğun elinde bir düdük gördüm. Sesi hoşuma gitti. Yanına yaklaştım:

“Kuzum! Bu düdüğü bana sat” diye yalvardım, vermedi. Nihayet cebimde ne kadar para varsa hepsini verdim, düdüğü aldım.

Eve döndüğüm zaman o kadar seviniyordum ki, ne annemi, ne babamı, ne misafirleri düşünüyor, muttasıl (aralıksız, durmadan) düdüğümü öttürüyordum.

Ağabeylerim, hemşirelerim (kız kardeşlerim), amcazadelerim bütün paramı bu adi oyuncağa verdiğimi öğrendiler. Bana:

Ah Nemci! Sen buna on misli para vermişsin. O çocuk seni aldatmış… dediler.

Sonra o para ile satın alabileceğim şeyleri birer birer saymaya başladılar. Benim akılsızlığımı öyle yüzüme vurdular, benimle o kadar eğlendiler ki, hırsımdan ağlamaya başladım.

Lâkin bu aldanış bana ders oldu. Bu acıyı hiç unutmadım. Bugün büyüdüm. Hâlâ pek lâzım olmayan şeyi canım istediği zaman kendi kendime:

Düdük hikâyesini tekrar etmeyelim der, paramı beyhude yere sarf etmekten kurtulurum.” (İbrahim Hilmi, Çocuklar İçin Kolay Kıraat, İlk Mektep 3. Sınıf, (Osmanlıca) Orhaniye Matbası, 2. Tab., İst. 1926, s. 15.)

Nasihat, yaşanmış tecrübelerin ürünüdür. Çoğu kez ağır bedeller ödenerek kazanılmıştır. Onun içindir ki; sevilen, değer verilen insanlara nasihat edilir. “Dost yüze söyler.”

Nasihate karnım tok, ihtiyacım yok denir. Nefsine dokunur, gururu incinir. Maalesef insan, başına gelmedikçe nasihatlere kulak vermez. Atalarımızın; “Bir musibet, bin nasihatten iyidir” dediği gibi, ancak gerçekle yüz yüze gelindiğinde eyvah diyor insan. Fakat acı sonuçları kendisiyle sınırlı kalmayıp, çevresindekilere, hatta topluma da sirayet ediyor.

Alkol, kumar, sigara, madde bağımlılığı gibi alışkanlıkların zararlarını bilmeyen yok. Eskiden, “Erkek dediğin eli sigaralı olmalı” söylemine aldanan gençlerimiz; bugün sigaranın zararlarına karşı toplumsal duyarlılığın sonucu, ikinci sınıf vatandaş sayılır hale gelmişlerdir. Aslında görüp, bildiklerimiz nasihate ihtiyaç bırakmıyor.

Bunlara rağmen, çoğu kişiler alışkanlıklarını terk edemiyorlar. Ta ki, kendilerinden bir şeyler götürene kadar.

Alkollü araç kullanma sonucu meydana gelen kazaların geride bıraktığı hüzünlü tabloları düşünmeli. Kumarın çökerttiği yuvaları, kumar masasında şeref ve haysiyete indirilen darbeyi, maruz kalınan ahlâksız ve adi tekliflerden oluşan portreleri düşünmeli. Sigaranın, madde bağımlılığının, daha başka nefsin tükenmek bilmeyen arzularının sonucu oluşan acı tabloları bir bir asmalı hafızalardaki panoya.

“Eyvah!” demeden, eyvah diyenlere kulak verilmeli. Zararlı ve lüzumsuz harcamalar için kısacık ömürden kaç yıl ayırmak zorunda kalındığı düşünülmeli. Nefse; yaşanan acı gerçekler her an hatırlatılarak, tembelleşen, hantallaşan iradeye görevi hatırlatılmalı. Hatırlatılmalı ki, gideni geri getiremeyen, var olanı da tüketen eyvahlar çoğalmasın. Çoğalan güzellikler olsun. Mademki dünya ahiretin tarlası, mademki kefenin cebi yok, ebedî dünyaya ulaştıracak vasıtanın özelliğine uygun olanlar ekilmeli. Tabi emin insanları da yetiştirmeyi ihmal etmemeli ki, emanete hıyanet cezasından mesul tutulmamalı. Nihayet irade frenine basıp, nefsin hızı kesilmeli.

Nefsine söz dinletebilen bir zat, her canının çektiğine, “Sanki yedim” diyerek, biriktirdiği paralarla bir mescit yaptırmış.

Biz neden daha fazlasını yaptırmayalım?

Mustafa Pekel
(Objektif Gazetesi, 11.03.2008 Salı–Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder