MERAK

1950’li yılların yaygın aydınlatma aracı kandildi. Kandil; gazyağı dolu şişe, içine sarkıtılan fitil ya da ipin, yakılması için dışarıya çıkarılacak incelikte özel yapılmış teneke kapaktan oluşmaktadır. Okka; hububat ölçeği olduğu kadar ders çalışırken ters çevirip üzerine kandil koymaya da yarardı. Soğuk kış günlerinde odanın ortasına uzanır, kitap okur ya da ödevlerimi yapardım. Kalem tutan parmaklarım soğuktan uyuştuğunda da ocakta ısıtıp derslerime dönerdim.

Gurbetteki yakınlarımızla, ancak mektupla hasret giderebilirdik. Onun da gidip gelmesi bir ayı bulurdu. Kışın en soğuk günlerinden biriydi. Okuldan döndüğümde babamı heyecanlı ve ağlamaklı bir halde buldum. Üşümüş olduğumu düşünerek ocağa bir çalı daha atmıştı. Elindeki mektubu göstererek; “Gel oğlum, gel. Biraz ısın da ağabeyinden gelen şu mektubu okuyuver” dedi.

Annem de, babam da okuma-yazmayı bilmezlerdi. Okuma şevkimi kamçılayan sebeplerden biri onların bu halleri olsa gerek. Bir başka sebebi de değerli ilkokul öğretmenim Sabri ÖZGÜR’ün yakın ilgisi ve başarılarımı ödüllerle taltif etmesiydi.

Öğretmenlerin okuma alışkanlığı kazandırma konusundaki fonksiyonları inkâr edilemez bir gerçektir. Onlar toplum fertlerinin mimarıdır. Öğretmenlerime minnettarlığımı belirterek vefat edenlere Allah'tan (c.c.) rahmet dilerim.

İlkokul öğrenciliğim yokluk yıllarıydı. Okuyacak kitap bulamaz, kitaptan koparılıp atılmış yarıdan çoğu yırtık kâğıt parçalarını yerden alır merakla okumaya çalışırdım. 1954 yılı yaz mevsiminin başında ilkokul 2. Sınıf bitmiş, 3. Sınıfa geçmiştim. Yoğun ders yılı sonrasında obur bir insanın devamlı yiyecek bir şeyler araması gibi, okuyacak kitap arıyor, her tarafı karıştırıyordum. Aslında boşuna çabalıyordum. Çünkü evde okuyacak kitap bulmak imkânsızdı. Fakat okul hayatı oburlaştırmış, açlığım kabarmıştı bir kere! Nihayet Ocakbaşı, Bacabaşı ya da Tahtabaşı denilen sahanlıkta bir kitap buldum. Heyhat, kimin olduğu, nereden ve ne zaman geldiği bilinmeyen bu kitap; okuyabileceğim türden değildi. Elime aldığım gibi komşumuz merhume Makbule Teyzeye koştum. Kendisi Kur'an'ı iyi bilmesine rağmen bu kitabı okuyamayacağını, belki Hacı Dedenin okuyabileceğini söyledi. Bunun üzerine merhum Hacı Dedeye gittim. Kitabı eline alıp, baktı. Okuyup okuyamadığını bilmiyorum. Fakat kurnazlık edip; babamın bir Elifba (Kur'an Alfabesi) alıvermesini, onu öğrendikten sonra bu kitabı okuyabileceğimi söyledi. Şimdi söz konusu kitabın ne olduğunu ve nereden geldiğini bilmediğim gibi nereye gittiğini de hatırlamıyorum. Hayalimde canlandığı şekliyle büyük bir ihtimalle Osmanlıca Matematik ders kitabı olabileceğiydi.

Açlığımı bastıramamıştım. Babam dağda mıydı, tarlada mı? Her nerede ise eve gelmesini heyecanla ve sabırsızlıkla bekledim. Zaman bir türlü geçmiyor, dakikalar günler kadar uzun geliyordu.

Öğrenmek, bilgiye merakla dalmak,

Yok, mazeretle yarı yolda kalmak.

Başarmanın şartı azimli olmak,

Bir de onu destekleyeni bulmak.

M. Pekel

Nihayet, yaz okuluna yani Kur’an öğrenmeye başlamıştım. Her gün Hacı Dedenin evine gidip okuyordum. Rahmetli babacığım da; Hz. Ali (r.a.)’nin “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” dediği gibi, Hacı Dedenin bağına, dağına her işine koşuyordu. Allah ondan razı olsun. Yaz mevsimi sonunda Alfabeden sonra, Kur'an'a geçmiştim. Son cüzden başlayarak Amme cüzünü bitirmiş, namazlarda okunabilecek kısa sureleri de ezberlemiştim. Kur'an'ı okuyabiliyordum. Arkadaşlarımdan farklı bir ayrıcalık da kazanmıştım. Yemek çeşitleri çoğaldıkça insanın iştahının arttığı gibi, okuma şevkim gittikçe artıyordu.

Mustafa Pekel
(Objektif Gazetesi, 17 Mart 2008 Pazartesi – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder