SUÇLU KİM?

Televizyonsuz ev, hemen hemen hiç kalmadı. Eve televizyonu sokmam diyenler bile sonunda pes ettiler. Salonun baş köşesine yerleştirdiği gibi, mutfak, oturma odası hatta yatak odasında bile bulunduranlar var. Teknoloji insanlık yararına kullanıldıkça yaşamı kolaylaştırmakta, toplumu modernleştirmektedir. Teknoloji sayesinde inancımız kuvvetleniyor. Televizyon, radyo, teyp vb cihazlar inanç ufkumuzu genişletiyor. İki omzumuzda bulunduğuna inandığımız yazıcı meleklerin varlığını akıldan uzak görmüyoruz. Manevi kameraların varlığını düşünerek, bizi seyreden yaratıcının karşısına güzel ve edepli bir şekilde çıkmaya gayret etmek durumunda kalıyoruz. Öyleyse bu teknoloji harikasına karşı çıkmak yerine, imkan dahilinde hemen ondan istifade yoluna gitmek gerekir.

“Efendim, inancımızı, örf ve adetlerimizi, manevî değerlerimizi zedeliyor, dostlukları zaafa uğratıyor” denilebilir. Elbette doğru.

Kış gecelerinin tatlı sohbetleri bitmiş, dert ya da sevinçlerimizi paylaşma birlikteliği ortadan kalkmış, çocuklarımızın aralarındaki oyun ve eğlenceleri yerini, ekranın büyüleyici cazibesine bırakmış durumda. Okumayan insan olarak kitaplardan her geçen gün biraz daha uzaklaşmaktayız. Yeni bir güne; açılan bembeyaz sayfayı ne ile dolduracağımızı bilemez halde, gece geç saatlere kadar uyumamanın mahmurluğu içinde şaşkın şaşkın bakıyoruz. Saatlerce ekranın başında merakla seyrettiklerimizden, açılan beyaz sayfaya aktarabileceğimiz kocaman bir hiçtir. Eğitici, bilgi yarışması gibi programlardan bile alabildiğimiz fazla bir şey yok.

Önemle üzerinde durduğumuz haber programlarında, haberlerin öncelik sırası taraftarlıkla belirlenmektedir. Herhangi bir tarafa taraf olmak da üzerimize vebal yüklemektedir. Haber içeriklerinin detaylı görüntülerle verilmesi safi zihinleri bulandırmakta, hatta “Kır atın yanında duran ya huyundan ya tüyünden” denildiği gibi bazılarını özendirmektedir. Devamlı değişken olayları ve bu olaylardaki tipleri seyreden gençlerimizden bazıları enerjilerini onlar gibi değerlendirme yolunu seçmektedir. Prensipleri olmayan insanın hedefini belirlemesi de zorlaşır. Doğru yolda giderken cazip bulduğu dar ve çıkmaz sokaklara sapmaktan kendini alamaz.

Evimize gelen biri, kişiliğimizi, değerlerimizi, inancımızı tahrip etmeye, çocuklarımızı baştan çıkarmaya, beynimizi yıkamaya, toplumumuzu çökertmeye çalışsa, sakin sakin dinleyip teşekkür mü etmeliyiz? Fikirleriniz çok hoşuma gitti diye her fırsatta davet mi etmeliyiz? Tabi ki hayır diyeceksiniz. Mantıklı bulmayacaksınız. O halde neden o büyülü kutunun esiri oluyoruz?

İnsan sevdikleriyle beraber olmak ister. Yaşantısı tasvip edilmeyen insanlarla değil beraber olmak, yanlarına bile yaklaşmak istemez.

Televizyon başında harcadığımız zamanın bir saatini ayırarak okunacak kitaptan öğrenilen, hayata geçirilebilecek, beyaz sayfayı süsleyebilecek çok şeyler kazanır insan. Zaman öldürmek için değil, öğrenmek istediği için isteyerek okumuştur. Kazandığı değerlerle sağlam bir kişiliğe kavuşur. Sevdiklerine benzemek ister. Benzemek istedikleri, nitelikli, müspet davranışlı kişilerdir. Öğretmene, büyüğüne, arkadaşına benzemek ister, onlar gibi davranmaya çalışır. Çünkü onlar özlediğimiz örnek insan tipleridir.

Fakat bu menfi sonuçların suçlusu televizyon değil, programlarıdır. Tepkimizi bunlardan yana koymak yerine işin kolayına kaçıp, teknolojiye sırt çevirmek doğru mu? Eğer, zarar veren programların, dizilerin müptelası olmuşsak, her işimizi bırakıp, vaktimizi televizyon başında tüketiyorsak suçlu kim?

Mustafa Pekel
(Objektif Gazetesi, 19 Mart 2008 Çarşamba – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder