ÜVEZ

“Bir vakitler yaramaz bir çocuk vardı. Memleketinde fenalıkla anılırdı. Serseri, obur, inatçıydı. Bununla beraber zekâsız, iradesiz değildi. İsterse iyi bir adam olabilirdi.

İşte bu çocuk on dokuz yaşına girer girmez askere yazıldı. Bir gün kâlbi şen, ruhu müsterih köyünden çıktı. Lâkin hava hem sıcak, hem ağır, yol hem uzun, hem zahmetliydi. Bir hayli yürüdü. Pek ziyade susamıştı. Geçtiği yolun iki tarafında üvez ağaçları vardı. Hararetini gidermek için bir üvez kopardı. Yemişin pembe rengi, güzel manzarası ağzını sulandırdı. Ağzına attı. Taş gibi katı buldu. Bununla beraber ısırdı. Birden bire yüzünü buruşturdu, hemen çıkardı.

Berbat meyve! Ağzımın içini karma karışık ettin diye bağırdı. Üvezi orada kurumuş bir dikene sapladı. Senin hiçbir işe yarayacağın yok. Eğer sen iyi olursan ben de iyi olurum dedi. Yoluna devam etti. Bir müddet sonra kışlaya girmiş, askerliğe başlamıştı.

Aradan çok vakit geçmemişti ki, bazı işlerini görmek için kumandandan izin aldı. Köye dönmek için yola düzüldü. Bu yine aynı yoldu. Üvez ağaçlarının altına gelince dikene sapladığı üvezi bıraktığı yerde buldu. Şimdi meyvenin rengi değişmiş, olmuş –olgunlaşmış-, yumuşamıştı.

“Vay sen daha burada mısın? Bakalım ağza alınacak hale geldin mi?” diye tanıdı. Meyve fevkalâde tatlılaşmıştı. “Sen ne kadar lezzetli olmuşsun! Bak şimdi sana iyi bir meyve denir. Mademki söz verdim: Ben de artık senin gibi iyi olacağım” dedi.

Filhakika ondan sonra fena huylardan vazgeçti. Aklı başında bir insan oldu.

O vakitten beri köyde darbı meseldir; bir yaramaz gördüler mi:

- İhtimal ki, sen de üvez gibisin. Fena iken bir gün gelir iyi olursun, derler.

Hakikaten bazen azim ile, bazen zaman ile fenalık iyiliğe inkılâp edebilir (dönüşebilir).” (İbrahim Hilmi, Çocuklar İçin Kolay Kıraat, İlk Mektep 3.Sınıf, (Osmanlıca) Orhaniye Matbası, 2. Tab., İst. 1926, s. 17)

İnsanın yaşamı doğrusal bir çizgide seyretmiyor. Bazıları virajlarda, iniş ve yokuşlarda, bazıları geçit vermeyen sarp ya da karlı dağlarda engelleri aşabilmek için çabalıyor. Arada uçurumun kenarında kurtarılmayı bekleyenler oluyor. Saplandığı bataklıkta, çırpındıkça batanlar var. Bazen takatinin tükendiği anda, tanımadığı bir eli tutup çıkanlar var.

Kimi o zorlu yollarda pişmiş, olgunlaşmış ve huzurlu yaşamanın hazzı içinde, gelecekte karşılaşacağı olumsuzlukları umursamıyor. Kimi umudunu kaybetmiş, buzlu yollarda düşmekten korkuyor. En küçük olumsuzluğa tepkili, engellere tahammülsüz, isyankâr hale gelenler, her şeye tereddütle bakanlar var.

Sağ salim belli bir yaşa ulaşanları, tanıdıklarımızdan farklı bir karakterde görüyoruz.

Kim hangi yolda, hangi tehlikelerden, ne şekilde, kimlerin yardımıyla kurtarıldığı ya da kurtarılmadığı bilinmiyor. Ön yargılarla acımasızca infaz kararını veriyoruz. Halbuki insanı, insan olarak değerlendirmek, değer yargılarımızı koruyarak herkesle dost olmak gerekmez mi? Böyle davranmak, insanlığın, toplumsal huzurun vazgeçilmezi değil mi?

İnsan, ömrü oldukça her yaşta öğrenmeye muhtaç bir şekilde yaratılmıştır. Başkalarına vereceği olduğu gibi, onlardan alacağı tecrübe kırıntıları ya da kalan yaşamındaki yoluna ışık tutacak dersler olacaktır. İlgisini çeken bir kelime, bir kitap yazmasına sebep olacaktır.

İnsanlar, diyalog sayesinde kendindeki noksanlıkları, yanlışları giderme imkânı bulup, herkesle dostça yaşamanın hazzına erecektir. Değerli ağabeyim Şükrü Pekel’in dediği gibi küçük hataların, kusurların dostlukları bitirmediği hoşgörüye sahip olmalıyız. Yoksa kaba tabirle, “sap gibi” yapayalnız ortada kalırız.

İnsanı, insan olarak bilmeli

İnsanlığın onunla yüzü gülmeli

İnsanlığını bildikçe sevilmeli

Lâyık olmayanı defterden silmeli

Deyip, konumuza dönelim.

Hikâyede sözü edilen üvez meyvesinin, yenemeyecek kadar kötü olan tadı, bir süre sonra güneş, hava gibi faktörlerin etkisiyle olgunlaşarak leziz hale geldiğini görüyoruz. Başlangıçta birbirlerinden hoşlanmayan insanların da zamanla, hayat yolundaki güçlüklerden edindikleri tecrübelerle, aldıkları derslerle olgunlaşıp, sağlam dostlukların kurulduğunu ya da kurulabileceğini bilmeliyiz.

Karşılaştığımız, görünüşte kötü olaylar, bizim iyiye yönelmemizi sağlar. Şahit olduğumuz bir olay, başkalarının davranışları, okuduğumuz bir makale, bir cümle ya da bir kelime, davranışlarımızın bir anda değişivermesine sebep olur. Kimin hangi olayı, hangi sözü alınabilecek değerde bulacağını bilemeyiz. Bu nedenle herkesin fikirlerini hoşgörü içerisinde paylaşması gerektiğine inanıyor ve yazıyorum.

Bu konuda teşvik ederek, cesaretlendirmekle birlikte; objektif gazetesindeki adını da kendinin verdiği “Arada Bir” köşesinde yazmama vesile olan çok değerli Araştırmacı, Yazar ve Şair Murat YÜKSEL hocamıza, bu köşeyi yazılarıma tahsis eden Objektif Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni değerli müdürüm Sümer ŞENOL’a ve şahsında tüm personeline teşekkür eder saygılar sunarım.

Mustafa Pekel
(Objektif Gazetesi, 12 Mart 2008 Çarşamba – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder