DOSTLARA YÜRÜMEK - BİROL PEKEL

Yürüyorum.

Anılarım var.

Isparta’nın her bir yolunda, her bir sokağında,

Özlediğim biri var,

Görüyorum.

Yürüyorum,

Yaşamak için beraberliğimizi.

Onu hatırlatan yollarda,

Hayallere dalıyorum,

Her sokakta onu görüyorum,

Ve teselliyi emanetinde buluyorum.

Yollarda olmadığım gün,

Acaba hasret bitecek mi, diyorum! (M.Pekel)

Birol, Adliye binasının hemen üst tarafında bulunan, kiracı olarak kaldıkları terzi Ali Haydar’ın evinde dünyaya gelmişti. Ailenin ilk çocuğuydu.

Çalışkan ve gayretliydi. Öyle de olmak zorundaydı. Çalışması gerektiğini biliyordu. Nice insanlar vardır ki, bilir fakat bir türlü yapamaz. Bazıları gününü kurtarmak için çalışır. Azim yoktur, gayret yoktur. Ancak elindekini tükettiğinde, çalışma ihtiyacı duyar. Birol’un, düşünmesi gereken başkaları da vardır. Kazandığı para ile, her canının istediğini alamaz, yiyemez. Mesela, yaz mevsiminin sıcak bir günü. Kartonpiyar ustasının yanında çalışmıştır. Parası da var. Mimar Sinan Camisinin köşesinde, şimdiki çeşmenin olduğu yerde satıcılar sıralanmış. Gözü sade gazozlara takılıyor. Serinlemek istiyor. Gazoz satana yaklaşıyor. Aç bir tane gazoz diyecek. Diyemez. Neden? Boğazından geçmez. Çünkü evde annesi ve iki kız kardeşi vardır. Rahmetli dedesi Osman Nuri de öyleydi. Kendisi yemez, çocuklarına götürürdü. Belki onun öyle yapması gerekirdi. O baba idi. Birol ise, iki küçük kızın ağabeyleridir. Umursamasa, bir sade gazoz içip serinlese ne olurdu sanki? Hayır, yapamazdı. Bedeninin hararetini alır, yüreğine verirdi. Yüreği daha çok yanardı. Daha babasını tanıma fırsatı bile bulamamıştı. Üç yaşındayken öksüz kalmıştı. Öksüz kalan kardeşlerini düşünmeliydi. Onlar kız çocuğu. Kızlar daha nazik, daha hassastır. Erkek olarak, daha dirayetli olması gerekirdi. Hem evin reisiydi. Kader ona bu sorumluluğu yüklemişti. Henüz, kaderin payını idrak edebilecek yaşa gelmemişti. Fakat sorumluluğunu biliyor ve yerine getirmek için çabalıyordu.

Yıllar sonra Birol’un, “Aha, emmim gelmiş” diye heyecanla koşup boynuma sarıldığını unutamam. Onun yetim kaldığı yaştaydım. Babası, tahta bir bavulla askerden dönmüştü. “Aha, Ali Ağam geldi” diye bağırmıştım. Ali Ağabeyim şofördü. Şoförlüğü askerde öğrenmişti. İçe kapanık, hassas bir kişiliği vardı. Babasının haksız ithamlarına dahi, “Haklısın baba” diyecek kadar da saygılıydı, hürmetkârdı. Hassas ruhu, hayatın yokluk ve çileleri altında ezilen bedeninin ızdırabına dayanamadı. Henüz gençliğinin baharında, çocuklarını gönül rahatlığı içinde sevemeden, daha 31 yaşındayken dünyaya veda etti. Allah rahmet eylesin. Geride bıraktığı, eşi ve üç çocuğunu geçindirecek maaşı da yoktu. Eşi Makbule yengem, halı dokuyarak çocuklarını büyütmeye çalıştı. İlkokul çağına gelen Birol’u, önce Isparta Nazmi Toker İlkokuluna kaydını yaptırdı. Çocuklar büyüdükçe masrafları artıyor, istikbal endişesi de düşündürüyordu. Bu nedenle Birol’u, Çocuk Yetiştirme Yurduna verdi.

Yetiştirme Yurdu yetkilileri, zanaata vermek istiyorlardı. Buna razı olunamazdı. Okuyabilecek kapasitede olan birinin, zanaata verilmek isteğine karşı çıktım. Annesi de okutmak istediğini yetkililere bildirmişti. Yetkililer aslında haksız sayılmazlardı. Bizim yıllar sonra görebildiğimiz, zanaata karşı olan kabiliyet ve yeteneğini, onlar daha başlangıçta keşfetmişlerdi. Hani, “On parmağında on marifet” dedikleri gibi, elinden hemen her iş geliyordu. Sınıfını başarıyla geçmiş, yaz tatilinde dinlenmeyi hak etmişken, yorulan zihnini, beden yorgunluğu ile dinlendiriyordu. Bilhassa o yaşlarda, öğrenciler dinlenmek için, yaz tatilini iple çekerken o, çalışabilmek için sabırsızlanıyordu. Öyle para kazanma hırsı da yoktu. Çalışmayı sevdiğinden mi, yoksa küçük yaşta aile reisi yükümlülüğü altına girmiş olmasından mıydı? Boya, badana, alçı işlerinde çalıştı. Teknik konulara meraklıydı. Her türlü makine ve elektrikli aletlerin arızalarını onarmaya çalışırdı. Mobilyacılıktan da anlardı. Bugün, o günlerde yaptığı küçük kitaplık olmasaydı, okuma alışkanlığıma rağmen, bu kadar kitabım olmazdı sanırım. Fedakârlığı, sadece maddî konularla sınırlı kalmazdı. Babasına olduğu kadar, yeğenim Birol’a da çok şey borçluyum. O, teselli kaynağımdı. Amca, baba yarısıydı. O da, babasına gösterme fırsatı bulamadığı saygı ve sevgiyi fazlasıyla gösteriyordu. Hem çocukluğum, babası ve annesinin yanında geçmiş, bugünkü şahsiyetimin temelindeki en önemli harç, onlar tarafından konmuştur. İşte birbirimize yaklaştıran değerlerden biri, kişiliğimizin temelindeki bu ortak harç olsa gerek.

Birol, Isparta Kız İlköğretmen Okulu’nu bitirdi. Kendini öğretmenliğe iyiden iyiye hazırlamıştı. İlkokul öğretmeni olmak istiyordu. Zaten başka seçeneğinin olmadığını düşünüyordu. Buna rağmen, üniversite sınavına girmişti. Hani, “Öylesine, şansımı denemek istedim” dercesine. Puanı, dört yıllık okul için yeterliydi. Hangi parayla, nasıl okuyacaktı? İşte bu duygudur ki, onun tüm hayallerini ilkokul öğretmenliğine teksif etmişti. Öğretmenlik ideali haline gelmişti. Kendini ilkokul öğretmenliğine hazırlamış, gerekli olacak tüm materyalleri toplamıştı. Okuldaki başarısının en önemli sebebi, daha başlangıçta öğrencilerine vereceklerini düşünmüş olmasıydı. Yaz tatillerini çalışarak değerlendirmesi de bundan olabilirdi. Çünkü para hırsı yoktu. Küçük yaşta edindiği hayat tecrübelerini, küçük yavrulara aktarabilmeliydi. Nihayet, Afyon’un Çiğiltepe Köyüne ilkokul öğretmeni olarak atandı. Gidip öğretmenlik mi yapmalıydı, okumalı mıydı? (Devam edecek)

(Objektif Gazetesi, 26 Mayıs 2008 Pazartesi – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder