EVLAT KATİLİ OLMAYALIM

İnsan, canından çok sevdiği evladına kıyar mı? Peki bu kadar çok sevilen evlâda ne veriliyor? Miras olarak büyük bir servet bırakılsa yeter mi? Ona tahsis edilemeyen zamanı, hangi servet geri getirir? Zaman, boşa geçirilecek kadar değersiz değildir. İlke Gazetesi köşe yazarlarından araştırmacı, şair ve yazar değerli Fazlı Al hocamız, “Asr Suresi Tefsiri” adlı kitabının önsözünde, “… Parayı zamanla kazanırız ama; zamanı parayla asla. Boşa geçirilen bir ömürlük zamanı, hangi beşeri güç geri getirebilir? Kârun’un serveti bile, boşa geçirdiği zamanını satın alıp geri getirebilmiş midir?” cümleleriyle zamanın değerini çok güzel ifade etmektedir. Yine aynı eserin 43. sayfasında zamanın boşa geçirilmemesiyle ilgili bir örnek verilmektedir. “Bir veliye, ‘Bize nasihat et ya veli’ dediklerinde: ‘Güneşi tutun hay hay!” yani zamanın akışını durdurun da, öyle sohbet edelim diyordu.” (Hayat-üs Sahabe, C.2, s. 76) Demek ki zaman, kahvehanelerde oyun oynamakla, İnternet kafelerde atari oyunlarıyla, bilgisayar ve televizyon başında boşuna heba edilecek kadar, bol keseden harcayabileceğimiz bir servet değildir. Zümer suresinin 9. ayetinde, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak temiz akıl sahipleridir ki, hakkıyla düşünür” buyurulmaktadır. İnsan, beşikten mezara kadar sürekli öğrenmek ihtiyacında olan bir varlıktır. Hayvanlar bulundukları anı yaşarlar ve dünyadaki görevleri onlara ilham edilmiştir. Ördeğin, yumurtadan çıkar çıkmaz, suya atlayıp yüzebildiği gibi. Fakat insanlar, yaratılışları gereği çeşitli duygularla donatılmış, geçmişten elemler, gelecekten endişeler alırlar ve hayata tutunabilmek için öğrenmek, kendini geliştirmek durumundadırlar.

Enes(r.a)’ten rivayetle Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Çin’de de olsa ilmi arayınız. Çünkü ilim öğrenmek her Müslüman’a farzdır. Melekler, yaptıkları işten hoşlandıkları ilim talebeleri için kanatlarını yere sererler” buyurmaktadır. (İbni Abdi’l Berr’den, Hadis No: 1111, Cami-ü’s-Sağir, s. 310, No. 640) Bu kadar değerli olan zamandan, bu kadar öneme haiz okumaya ne kadarını ayırabiliyoruz? Çin’e gitmeden önce, ülkemizdeki ilmi kavrayabildik mi? Burnumuzun dibindeki kitapların ne kadarını okuyabiliyoruz ya da okumak için ne kadar zaman ayırabiliyoruz? Bunu 24.04.2008 tarihli Yeni Asya Gazetesinin Kültür Sanat sayfasında Fatih Karagöz’ün yazısındaki araştırma raporundan öğrenelim: Bağımsız Eğitimciler Sendikası AR-GE Kurulunun, Türkiye’de kitap okuma alışkanlığı üzerinde yaptığı araştırma sonuçlarıyla ilgili raporda belirtilenler, oldukça şaşırtıcıdır. Halkımızın okuma alışkanlığının pek olmadığı biliniyordu. Buna rağmen, şu sonuç herkesi şaşırtacaktır sanırım; Günde 5 saat televizyon seyreden Türk halkı, okumaya yılda 6 saat ancak ayırabiliyor. Yani günde bir dakikalık zamanını bile kitap okumaya ayıramıyor. Raporda kitap ve okuma ile ilgili çeşitli istatistiki bilgiler veriliyor. Bu karamsar tabloyu geçiyor ve “Tavsiyeler” paragrafını aynen aktarmak istiyorum.

Yemeyip yedirdiğini, giymeyip giydirdiğini, her fırsatta çocuklarına canını feda edebileceğini gururla söyleyen ana babaların televizyon büyüsünden kurtulup, gerçek ve vefalı dostlarıyla kucaklaşmalıdır. Yani kitaplarla barışmalıdır. Enes(r.a)’ten rivayetle Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Çocuklarınıza değer verin ve onları güzelce terbiye edin” buyurmaktadır. (Cami-ü’s-Sağir, s. 383, No. 640, Hadis No: 1419) Kitaplarla barışık olmayan ebeveyn, ne kadar bilgiye sahip olabilir? Çocuğunun eğitimini hangi ölçülere göre verecektir. Ancak, anadan babadan ve çevresinden algıladıklarının, kendi üzerinde yaptığı etkiyi değerlendirir ve çocuğuna bu doğrultuda eğitim verir. Buna da eğitim denirse. Alternatifsiz bilgiden ne kadar yarar sağlanabilir? Küçücük arı bile, çiçekleri tek tek dolaşıp, kendisi için değil, hemcinsi olmayan biz insanlar için bal yapmaktadır. Bizler okumadan, çocuklarımızın kişiliğini sağlam temellere oturtacak yararlı bilgilerden nasıl haberdar olacağız? Yanlış uyguladığımız bir eğitim sonucu intihara sürüklediğimiz çocuğumuz, televizyon zevkimizden daha mı değersizdir?

Çocuğunuzun hastalığına iyi geldiğini duyduğunuz bir ilacı aldınız. İlaç hakkında hiçbir bilginiz yok. Dozajı, kullanım şekli, özellikleri, yan etkileri, hangi hallerde kullanılamayacağı vb. bilinmiyor. Tavsiye edilen şekilde kullandınız. Sonuçta çocuğunuzda kalıcı bir rahatsızlığa sebep oldunuz. Ömür boyu vicdan azabı içinde yaşamak zorundasınız. Diyelim ki, prospektüsünde belirtilenlerden yalnız kullanım şeklini ve dozajını okudunuz. Yan etkilerini, uyarıları, etkileşimini atladınız. Bu defa çocuğunuzun zehirlenmesine sebep oldunuz. Doktora gitmekte geciktiniz. Sonuç hüsran! İşte çocuk yetiştirmek için de, geniş kapsamlı bilgilere ihtiyaç vardır. Bir hastalığın tedavi çaresi bulunana kadar geçen zaman içerisinde, o hastalıktan ölen insanları düşünelim. Düşünelim ki, çocuğumuza verebileceğimiz doğru eğitimi bulduğumuzda iş işten geçmiş olmasın. Ya da eksik bilgilerle yetişen evladımızdan şikâyet etmeyelim.

Anne ya da baba düşünmeli. Çocuk yetiştirme konusunda ne kadar doğru bilgiye sahibim? Sahip olduğum bilgilerin ne kadarını verebiliyorum? Vermek istediklerimi nasıl bir yaklaşımla ona faydalı hale getirebilirim? Bu soruların cevabını televizyonda değil, kitaplarda aramalıdır. İlke Gazetesinin köşe yazarı değerli gazeteci, şair ve yazar Kadir Yavuz, 27.05.2008 tarihli yazısında televizyonu, ağır suçluların cezalarını çektikleri hücrelere benzetmekte ve tam 30 yıl sonra kendine gelebildiğini, buna rağmen hâlâ televizyondan gözlerini ayıramadığını belirtmektedir. Sadece Kadir hocamız değil, maalesef hepimiz bu büyülü kutunun esiriyiz. Öyleyse bu esaretten, istikrarlı bir şekilde okuyarak kurtulmak zorundayız. Ayrıca yukarıdaki sorulara cevap bulmak yeterli olmaz. İbni Mes’ûd(r.a)’dan rivayetle Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “İlme, öğrenip yaşayarak sahip çıkın. Onu sadece nakledenlerden olmayın” buyurmaktadır. (Cami-ü’s-Sağir, s. 1352, No. 3057, Hadis No: 6434) Öğrenileni benimsemek, yaşam biçimine dönüştürmek gerekir. Etiketin ya da büronun duvarını süsleyen diplomanın, kişinin mesleğine faydası yoktur. Önemli olan saksının dışının süslenmesinden ziyade, içinin doldurulmasıdır. Hazmedilmeyen bilginin, veriliş metodunu belirlemek zordur. Bu zorluğu aşabilmenin çaresi de çok okumaktır.

Ailenin yaşam biçimlerinden, çocukların etkilenmemesi düşünülemez. Büyüklerde okuma alışkanlığı yoksa, çocuklarının okumayı sevmemesinden şikâyete de hakları olamaz. Onlara oku demek de, nasihat etmek de sonuç vermez. Okumaya her gün yarım saat zaman ayırmak çok zor olmaz sanırım. Sürekli olarak aksatmadan, günde yarım saatini ayıran insan, yılda 180 saatten fazla kitap okuyabilmiş olacaktır. Bu da Türkiye ortalamasının 30 katıdır. Kendimiz için olmasa da, çocuklarımız için bu alışkanlığı kazanalım. Kazanalım ki, noksan bilgilerle ve yanlış eğitimle, yaşarken vefat ettirip, evlât katili olmayalım.

(Objektif Gazetesi, 03 Haziran 2008 Salı – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder