DOSTLARA YÜRÜMEK - MANEVİ EVLAT

Yürümeyi severim. Yürüyen insan, dinçtir, sağlıklıdır. Yürümek, yürüyen insanın ayakta olduğunun, yıkılmadığının ispatıdır. Yürüyen insanın ruhu, monotonluktan kurtulur. Çünkü yürünen yolda güçlükler vardır, acılar vardır. Ruh ve beden bunları yenebilmek için çırpınır. Çırpınırken güç kazanır. Yorgun ve dolu hafızalarda silinemeyen dosyalar vardır. Bazen silinen dosyalara üzülür insan. Yolda karşılaştığında, bir zamanların vefalı dostlarıyla. Güzellikler vardır insanı rahatlatır. Değerli dostlar vardır, geçmişin acılarını tatlılaştıran. Saymakla bitmez yürümenin faydaları. Yürümeyi hep sevdim. Dostlarla, dostlara gitmek bir başka güzelliktir. Yanındaki can dostun, dostuna dost eder candan öte.

Değerli insanlarımız vardır, vefatından sonra değerlerinden bahsedilir. “Vefayı, vefasızlıkta öldürmemek” için. Güzeldir, değerli insanımız duymasa da. Methiyeler, dua yerine geçer. Zaten onun beklediği başka da bir şey yoktur. Gönülden sevilenler, yaşarken de yaşatılmalı değil mi? “Vefayı, vefasızlıkta öldürmemek” için!

Akdeniz Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsündeki görevimin ilk günleriydi. Enstitümüz Araştırma Görevlileriyle aynı odada kalıyorduk. Bunlar, aynı zamanda Yüksek Lisans öğrencilerimizdi. Hepsi de cana yakın insanlardı, kısa sürede kaynaştık. Fakat Makine Mühendisi Halis Yavuz’un saygı ve sevgi yaklaşımı daha farklıydı. Hemen her gün, öğle yemeğinden sonra, Demir Köprüdeki binamızdan – şimdiki Gülkent Anadolu Lisesi- çarşıya yürür, yol boyunca sohbet ederdik.

İşte onun sayesinde tanışmıştım Mustafa Reşit Usal’la. Yakışıklı, terbiyeli ve saygılı, yapmacıksız tertemiz duygularla dolu, güzel hasletleriyle tam bir Anadolu Delikanlısı. Diyarbakır’ın Çermik ilçesinden Isparta’ya, okumaya gelmişti. Gayretli ve çalışkandı. Mühendislik Fakültesini bitirdikten sonra Araştırma Görevlisi olarak atandı. Bundan böyle Isparta’da kalacaktı. Her ziyaretime gelişinde içtenlikle halimi hatırımı sorar, ayrılırken de bir isteğimin olup olmadığını sormayı ihmal etmezdi. Bugün, çoğu babaların arzuladığı fakat öz evlatlarından dahi bulamadıkları bu içtenliğine hayran oluyordum. Oğlum büyümüş, makine mühendisi olmuştu. Daha da önemlisi, hürmetkâr ve vefalı bir evlât olarak karşımda duruyordu. Hayır, hayır. Bu, arzularımın hayalimde şekillenişinden başka bir şey değildi. Evet hayal dünyamdaki evlâtlarım, bir an Mustafa Reşit oluvermişti.

Mustafa Reşit; sadece bana değil, çevresindekilere de içtenlikle kendini sevdirebilmiş mümtaz bir şahsiyettir. Ne kendisinden başkaları hakkında, ne de başkalarından kendisi hakkında olumsuz bir söze tanık olmadım şimdiye kadar. Pırlanta gibi, tertemiz duygularla dolu bu gençle kurulan dostluklar artmış, kuvvetlenmiş fakat hiç eksilmemiştir. Ağabey-kardeş olarak başlayan, sevgi ve saygıyla beslenen dostluğumuz da artarak devem etmiştir.

Mustafa Reşit, her konuda olduğu gibi, emanet konusunda da oldukça duyarlıdır. Aldığı emaneti sağlam teslim etmekte hassastır. Bunu küçük bir örnekle anlatmaya çalışayım. Bir dostumdan, emanet olarak aldığım arabanın arkasında bir çökük olduğunu gördüm. Bunun, aldıktan sonra değil, daha önceden olduğunu öğrenerek rahatladım. Dostumuz, aynı arabayı bir iş için Mustafa Reşit’e vermiş. Aynı çöküntüyü o da görmüş. Farkında olmadan, bu hasara kendisinin sebebiyet vermiş olabileceğini düşünmüş. Hemen sanayiye götürerek tamir ettirmiş. Verdiğim örnek, emanet konudaki titizliğini anlatmaya yeter sanırım.

Yüksek Lisansı bitirdi. Mühendislik Fakültesinin Makine Bölümünde henüz doktora programı açılamamıştı. Bu nedenle Erciyes Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsünde doktora öğrenimine başladı. Ders aşamasından sonra atanan danışmanı, Ankara’da bulunuyordu. Tez konusu ile ilgili olarak başka dersleri de almasını istemişti. Doktora öğrenimi bitene kadar, Isparta, Ankara ve Kayseri yollarında koşturdu. Doktora öğrenimi bittikten sonra da koşturmaya devam etti.

Bazı insanlar çok fedakârdır. Sevdiklerinin dertlerinin çözümü için koşturmayı, görev ve sorumlulukları arasında görürler. Bunun için hep koştururlar. Oh, bugün rahatım dedikleri an yoktur. Onların rahatı, sevdiklerine hattâ hiç tanımadıklarına dahi faydalı olabildikleri zamanlardır. İşte Mustafa Reşit de; rahatı, başkalarının rahatları için koşturmakta arayan fedakâr bir şahsiyettir. Babası değerli öğretmen merhum Mustafa Usal, emekli olduktan sonra Isparta’ya yerleşti. Merhume halaları da Isparta’da ikâmet ediyorlardı. Mustafa Reşit, yoğun akademik çalışmaları yanında, onlara da yetişebilmek için çırpınan vefa dolu, örnek bir evlattır.

Kendisi gibi akademisyen ve asil bir hanımefendi olan Melek Hanımla evlendi. Mutlu yuvaları, Esma Tuğba isimli kızları ve Mehmet isimli oğulları olmak üzere, -Allah hayırlı ömürler versin- iki çocukla, daha da şenlendi.

İş konusundaki tercihlerini, öğretim üyesi olma yönünde kullandılar. Sanırım bunun sebebi, insana yapılan yatırımın en büyük kazanç olduğunun bilincinde olmalarıydı. Böylece üniversitemiz, hem insanlık hem de kariyer açısından iki değerli insan kazandı. Isparta’mız kazandı, bizler kazandık.

Çocukların evliliği konusunda, birçok ana-babaların dert yandığı, çocukların; “Siz ne karışıyorsunuz, ben seviyorum!” dediği bir zamandı. Mustafa Reşit; böyle bir zamanda, evliliği konusunda görüşlerimi almak istiyor, seçtiği adayı tasvip edip etmediğimi soruyordu. Çok duygulanmıştım. “EVLÂT” dedim. Daha başka neler söylediğimi bilmiyorum. Fakat o gün, bu gündür baba hitabındaki içtenliği ile aramızdaki kopmaz sandığımız dostluk ve kardeşlik bağları kopmuştu. Artık o, kardeşim ve dostum değil, gurur duyduğum evlatlarımdan biri olmuştur.

“Kusursuz insan olmaz, sevgi kusuru görmez” denilebilir. Evet, Mustafa Reşit’in bir kusuru var. Daha doğrusu ortak kusurumuz. Her ikimiz de, sineklerden rahatsız oluruz.
(Objektif Gazetesi, 16 Mayıs 2008 Cuma – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder