DOSTLARA YÜRÜMEK

Uzmanlar yürümenin en iyi spor olduğunu söylüyorlar. Zaten bir yerde fazla kalmayı, beklemeyi, bekletilmeyi, bekletmeyi oldum olası sevemedim. Gitmem gereken yere, mümkün olduğunca söz verilen zamanda gitmeye çalışırım. İstisnalar haricinde, söz verenlerin de belirlenen zamanda gelmelerini isterim. Sıklıkla tekrar eden gecikmeler, istisna olmaktan çıkar. Doğal olarak insanın da sabrı taşar. Kendisi için olmasa da, bekleyenin zamanı, en azından o an için çok değerli olabileceği düşünülmelidir.

Şehir otobüsünün geleceği zamanda çıkmamışsam, beklemektense yürümeyi tercih ederim. Aslında yürümeyi seven bir insanım. Hele emekli olduktan sonra, hareket etmeyi gerektirecek bir sebep de kalmıyor. Mahalledeki kahvehaneye de hiç uğramam. Kahvehane alışkanlığımı nerede akşam, orada sabah dediğim gençlik günlerimde bıraktım. O günlerde bile, Eskişehir’de Kartal’dan Köprübaşı’ndaki Adalar’a, Ankara’da Ulus’tan Emek Mahallesine, şimdiki otobüs terminaline ya da Ulus’tan Çankaya Farabi sokağa üşenmeden yürürdüm. Emekli olduktan sonra, Isparta Halıkent TELEKOM binasından şehir merkezine hemen her gün yürüyerek gidip geliyorum. Yağış olmadığı sürece kışın, yol kenarlarının karla dolu olduğu günlerde dahi bu alışkanlığımı devam ettiriyorum. Acil işlerim olduğunda ya da tembellik ettiğim günlerde otobüsle gidip geliyorum.

Bazen benim gibi yürümeyi seven, eski dostlarla karşılaşıyorum. Kısa da olsa hasret gideriyor, hal-hatır sorma imkânı buluyoruz. Bilhassa on dört yıl hizmet verdiğim Merkez Ortaokulu’ndaki öğretmen arkadaşlarımdan bazılarıyla karşılaştığımda seviniyorum. Nasıl sevinmem ki! Sağ olsunlar, okuma serüvenimi takdirle karşılar, güzel iltifatlarıyla motive ederlerdi. İltifatlarını abartılı bulurdum. Kendi kendime; “Gerçekten böyle miyim?” diye sorardım. Onların tanıdıkları Mustafa olmaya çalışırdım. Şevkim bir kat daha artar, adeta doping almış yarışçı gibi ev, iş ve okul etabını her defasında azimle koşardım.

Emekli olduktan sonra, soy ağacımı yazmak istedim. Bundan haberdar ettiğim saygıdeğer hocalarımızdan önce Doğan Silleli, “Şekilden cümleye geç” sözüyle yazmaya teşvik etti. Daha sonra Murat Yüksel hocamız; kırsal toprağımda olmadığını sandığım elmas, altın, gümüş, bakır, demir ve kömür gibi tüm madenlerimi keşfetti. Bununla da kalmadı, cesaretlendirerek bu köşede yazmamı sağladı. Yürümeyi severim. Kendisinden aldığım feyzle bu yolda yürümeyi de sevdirdi. Yetmedi, haftada bir gün Objektif Gazetesi bürosunda mutad hale gelen sohbet toplantılarıyla destekledi. –Bu toplantılarda; Canan Hanımefendinin, kaleminde olduğu kadar, maharetli olan elleriyle hazırladığı leziz pasta ve böreklerle manevî gıdalarımız, maddî gıdalarla da destekleniyor.- Murat Yüksel hocamız; her biri bir kaynaktan süzülüp gelen, farklı minerallerle dolu suların aktığı pınarları gösterdi. Bunlar Objektif, İlke ve Nokta Gazetelerinin değerli köşe yazarlarıydı. Sümer Şenol, Fazlı Al, Kadir Yavuz, Ayfer Aytaç, Canan Aydın gibi kardeşlerimizle kaynaştırıp dostluk bağlarını sağlamlaştırırken, bir taraftan da özel dersleriyle, teşvikleriyle bizlerle tek tek ilgileniyor. Yetmiyor, hafta arasında incelemekte olduğu kitaplarımızdan yoğunlaşan çalışmalarını bırakıp, dinlenmek üzere geldiği Objektif Gazetesinin bürosunda yine bizlere özel dersler veriyor. Karşılığında ücret istemiyor. O istemese de, bizler vermek istemesek de kazancı çok. Yetiştirdiği kişilerin yazdıkları, yazıların harfleri adedince. Toprağa düşen çekirdeğin netice verdiği meyveler adedince, fakat dünyaya münhasır değil. Çünkü insanlar fanî, alimlerin ilimleri ise bakîdir. Hatta dünya da fanî, fakat ilimlerin meyveleri, ebediyen devam edecektir. Yeter ki niyet, halis olsun. Bizler dua etmeyi beceremesek veya unutsak da, eserleri meyve vermeye devam edecektir. Allah (c.c.) kendisinden razı olsun. Ardında, nice eserler bırakacak kadar uzun ve hayırlı ömürler versin.

Yolda karşılaştığım dostlarımdan biri de Merkez Ortaokulu’nun saygıdeğer öğretmenlerinden Hasan Basri Bodur. Türkçe öğretmeni olmakla birlikte, müdür yardımcılığı yapmış, her zaman saygı duyduğum bir dostumdur. Övgü dolu iltifatlarını hâlâ devam ettirir. Azimli oluşumu, her yerde fırsat buldukça dile getirdiğini söyler. Bir an, yüzüme karşı övülmekten mahcup olurum. Fakat benzer durumda olanlara; “Sizler de başarabilirsiniz” mesajını verebilmiş olmanın sevinciyle dolarım. Bazen hatalarımın, övülecek yönlerimden fazla olduğunu düşünür, üzülürüm. Hz. Mevlâna’nın; “Denizin dibinde incilerle taşlar karışık olarak bulunurlar, övülecek şeyler de kusur ve yanlışların arasında bulunurlar” sözünü hatırlayınca rahatlarım. (Devam edecek)
(Objektif Gazetesi, 10 Mayıs 2008 Cumartesi – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder