AİLE

“Aile Haftası” nedeniyle önceki yazılarımdan bir demet sunmak istiyorum.
Her genç kız bir anne adayıdır. Çocukların eğitimi, babadan daha çok annenin omuzlarındadır. –Bunun için, her fırsatta kızlarımızı okumaya teşvik ederim.– Büyük, küçük tüm aile bireyleri ile yine anne ilgilenir. Her başarılı erkeğin arkasında bir kadının olduğu hemen herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Kadın, erkeğe göre daha yumuşak huylu, daha fedakâr ve şefkatlidir. Onun bu güzel vasıflarıdır ki, yuvayı şenlendirir, aile bireylerini mutlu eder ve başarılı olmalarını sağlar.
Fakat nedense kadının bu konumunu göz ardı eden erkekler var. Başlangıçta canım, gülüm, bir tanemle evliliğe adım atar. Daha sonraları eşleri üzerinde otorite kurmak ister, bunun için şiddete başvurur. Yanlış olmakla birlikte, mutlaka hakimiyetin kendinde olmasına inanan kişi, bunu şiddete başvurmadan, nezaketle başarabilmelidir. Şiddetle kurulacak bir üstünlük, eşinde korku ve panik yaratacak, sevginin yerini nefret alacaktır.
Kadın, kendisini sevdiğine inanan eşinin, şiddet içeren davranışlarının geçici olduğunu düşünerek bir müddet sineye çekebilir. Çocuklarını düşünür, kaderim der katlanır. Fakat her geçen gün, eşine olan sevgisi azalır, güveni sarsılır, nihayet nefret eder hale gelir.
Erkek, biricik kızları olan, kalbini kırmaktan bile çekindikleri ailesinden ayırdığı eşinin, baba ocağını aratmayacak ihtimamı görmeye muhtaç ve hakkı olduğunu bilmelidir. O, yabancıların yan gözle bakmalarına dahi tahammül edemediği en değerli hayat arkadaşıdır. Yuvanın mutluluk kaynağı, çocuklarını eğiten, her türlü dertleriyle dertlenip, şefkatle bağrına basan, yerini hiçbir şeyin dolduramadığı anadır. Başkalarına karşı toz kondurmadığı eşine, kendisinin nasıl kıyabildiğini anlamak zor.
Kişilikler farklı olunca, her insanın mutluluk arayışları da farklı oluyor. Yani birinin sevmediğinden, diğeri mutlu olabiliyor. Ancak, başkalarını mutsuz ederek mutlu olmak, tamamen bencillik hatta dehşetli bir zulümdür. Unutulmamalıdır ki, saygı göstermeyenin saygı görmeye de hakkı yoktur. Bilhassa eşler arasında karşılıklı sevgi ve saygı, hem bu dünya hem de ahiret hayatındaki saadetin kaynağıdır. Bunun için öncelikle mutlu ve huzurlu bir yuvanın tesisine ihtiyaç vardır.
Eşler, farklı terbiye ve kültürlerle oluşan kişiliklerini zaman potasında eritmek durumundadırlar. Bu potanın altında yakılan ateş de, şiddet ve öfkeden uzak, farklı konuların samimiyetle tartışılması olmalıdır. Birbirleriyle düşmanca çatışıp cefa çeken değil, cıvıl cıvıl kuşların ötüşüp, oynaştığı cennet köşelerinden birinde sefa süren iki yaren olmalıdırlar.
Eşler, başlangıçta kabul ettikleri giyim-kuşam, yaşam tarzı, alışkanlık ve kişiliklerini değiştirmeye kalktıklarında, huzursuzluğun kapısı aralanmış olmaktadır. Kusursuz insan olmadığına göre, kendine hayat arkadaşı olarak seçtiği biricik eşini, hangi durumda kabul etmişse o haliyle sevebilmelidir. Halk arasında insanların beklenmeyen yönleriyle ilgili olarak; “Kırk yıl komşu oldum bilemedim, bir gün dünür oldum bildim” sözünde olduğu gibi, eşlerin sonradan görülen olumsuz yönleri de sabırla karşılanıp, zamana bırakılması gerekir. Böylece eşlerin aralarındaki zıtlıklar, her geçen gün yerini uyumluluğa bırakacaktır. Zorlamalar ise hoşlanılmayan yönleri, ortadan kaldırmak yerine daha da artıracak, sonunda eşleri birbirine bağlayan ipler kopma noktasına gelecektir. Hem, “Aşkın gözü kördür” sözünde olduğu gibi, seven insanlar sevdiklerinde kusur aramamalıdırlar. Eşini aşağılayarak yüceldiğini düşünen insan, yıkılan yuvasının altında ezilmeye ya da üstünde yükselen yeni bir binanın ihtişamı karşısında erimeye mahkum olan bir zavallıdır.
İş yerinde ya da sosyal hayatta değer verilen birçok kişiler vardır. Her fırsatta iltifat edilir, karşısında centilmence davranılır. Elden geldiğince beyefendi veya hanımefendiliğe özen gösterilir de, nedense eşler bunu birbirlerinden esirgerler. Halbuki eşler, daha fazlasına layıktır. Hatta en lüzumlu bir ihtiyaçtır. İş yerinde, eşinden görmediği iltifatı, mesai arkadaşından gören kişinin etkilenip, kendisine aşık olduğuna şahit oldum. Bu, bir istisnadır. Fakat ihtimalden uzak değildir..
Sosyal yaşantının maddî ve manevî baskısı altında ezilen insanın, en azından evinde, kendisini güler yüzle karşılayacak eşinin varlığını bilmesi, dayanma gücünü artıracaktır. Hatta yuvasındaki mutluluğu, tüm sıkıntılarını unutturacaktır. Sabahleyin gözlerini açtığında, eşinin ya da biricik evladının gülümseyen yüzünde, uzun kış gecelerinin baharını bulacaktır. Kapıdan aynı tatlılıkla ve hayır dualarla uğurlanan ya da vedalaşan eşler, yeni bir güne dopdolu bir enerjiyle başlayacaklardır.
Ev hanımlarının sabahla başlayan yoğun ev işleri, gece geç vakitlere kadar devam etmektedir. Eşlerinden haklı olarak ilgi beklemektedirler. Çalışan bayanların işi daha da zordur. Evin erkeği, iş hayatının sıkıntılarını bilen bir kişi olarak, kendisi için beklediği anlayış ve hoşgörüyü çalışan eşine göstermek zorundadır. Kaldı ki kadınlar, erkeğe emanet edilen en büyük lütuftur.
“Allah övmüş, yaratmış” diye hayranlığımızı gizleyemediğimiz güzeller vardır. Böyle güzel bir eşe sahip olana gıpta edilir. İnsan, “Daha ne istiyorsun?” demek ister. Fakat onun; “Dışı seni, içi beni yakar” diye serzenişte bulunduğu görülür. Haksız da değildir. Çünkü, kadın olsun erkek olsun, kendini sevdiren, vazgeçilmez yapan fiziki güzelliği, kötü huylarının gölgesinde kalmaktadır. Eş, duvarda sabit duran güzel bir tablo değil, gönül köşkümüze taht kuran bir sultan olmalıdır. Tüm ailelere sağlıklı, huzurlu, ömür boyu mutluluklar dilerim.
(Objektif Gazetesi, 06 Mayıs 2008 Salı – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder