HEDİYEYİ GÖNDEREN KİM?

İnsan, bitmez tükenmez arzu ve isteklerle doludur. Bu arzu ve istekleri, elde etmek için uğraşırken güçlüklerle, engellerle karşılaşır. Bir meyveye uzanan başka eller de vardır. Menfaatler çatışır. Rakipler, hasımlar ortaya çıkar. Mücadele etmesi gereken alan genişler. Haksızlıklara, adaletsizliklere uğrar. Mağdur edilir, mağduriyetinden mağdur olanlar vardır. Can tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Küçük bir mikroba yenik düşer. İhtiyaçları çok, fakat küçük bir mikroba yenik düşecek kadar acizdir. İnananlar için ihtiyaçlar, sadece yaşamakta olduğu şu dünyamızla da sınırlı kalmamaktadır. Emelleri ebede kadar uzanmaktadır.

İnsan, her türlü tehlikelerle dolu olan bir çölde yapayalnızdır. Malını ve canını muhafaza edebilmek için uğraşır. Yürümekte olduğu yol, canilerle, haramilerle doludur. Mola verip, dinlenmek istediği yerler tekin değildir. Üstelik mağrurdur. Kimseye boyun eğmek istemez. Kendisini seven zatın, oraların Sultanının himayesine girmesi için, verdiği belgeyi de almak istemez. Rezil ve sefil olur.

Memleketinde kendi işleriyle meşgul, halim-selim bir insanın bir köye gidip, tüm köylüleri zorla köyün meydanında topladığını görebiliriz. Çünkü o, ya bir jandarmadır ya da gücünü devletten alan bir görevlidir. Devletin kendisine verdiği bir görevi yerine getirmektedir. Devleti tanıyan herkes, bu görevliye itaat etmek zorundadır. Neden bizi zorla buraya topluyorsun, neden bizi zorla bu işte çalıştırıyorsun diyemez.

İşte nihayetsiz ihtiyaçları bulunan, buna karşın nihayetsiz acizlik içinde bulunan insan da, kâinatın sultanının himayesine girmekle, nihayetsiz kudret ve kuvvete sahip olmaktadır. Böylece, bütün kâinatın dilenciliğinden kurtulmaktadır. Hiçbir şeyden korkmaz. Her şey onun emrinde, ona hizmetkârdır.

Çam ağacı gibi küçücük tohum ve çekirdekler, başlarında koca ağaçları taşıyor, dağ gibi yükleri kaldırıyor. Çamurla beslenen ağaçlar, ellerini leziz meyvelerle doldurup bizlere sunuyor. İnsanlar, güneşin altında kalamayıp gölge ararken, nazenin nebatat bütün gün boyu sıcağa dayanabiliyor. Aylarca güneşin altında kalan ağaçların, otların yeşil yaprakları kurumuyor. Yine ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları, sert taşları delip geçebiliyor. İncecik bir daldan beslenen kavun ve karpuz, içinde pişirdiği tatlıları bizlere ikram ediyor. Koyun, keçi, inek gibi mübarek hayvanlar, ot yiyor ve yüksek besin değerine sahip bir süt çeşmesi oluyor.

Bütün bunlar, hadsiz kudret sahibi olan, kâinatın sultanına intisapla mümkün olmaktadır. Yani Allah (c.c.)’ın himayesine girmek, O’na bağlanmakla O’nun adına her şeye hükmedebilir. Çünkü, canlı cansız her şey O’nun emrinde ve O’nun iznine tabidir. Görülenler birer sebeptir. Öyleyse her hayırlı işin başında “Bismillah” denilmelidir. İnsan, bu sebeplerin ardındaki hakikati, gerçek mülk ve rızk sahibini görebilmelidir. Bize hediyeyi getirene teşekkür etmeli, fakat asıl teşekküre lâyık olanın, hediyeyi gönderen olduğu unutulmamalıdır. (Kaynak: Risale-i Nur Külliyatından Birinci Söz)
(Objektif Gazetesi, 09 Mayıs 2008 Cuma – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder