AİLE - 1

Mutsuzluğun, mutluluğum olmamalı

Gönüllerimiz, kederle dolmamalı

Yuvamızın bahçesindeki çiçekler

Yabancı nazarlardan hiç solmamalı (M.Pekel)

Kişilikler farklı olunca, her insanın mutluluk arayışları da farklı oluyor. Yani birinin sevmediğinden, diğeri mutlu olabiliyor. Ancak, başkalarını mutsuz ederek mutlu olmak, tamamen bencillik hatta dehşetli bir zulümdür. Unutulmamalıdır ki, saygı göstermeyenin saygı görmeye de hakkı yoktur. Bilhassa eşler arasında karşılıklı sevgi ve saygı, hem bu dünya hem de ahiret hayatındaki saadetin kaynağıdır. Bunun için öncelikle mutlu ve huzurlu bir yuvanın tesisine ihtiyaç vardır.

Eşler, farklı terbiye ve kültürlerle oluşan kişiliklerini zaman potasında eritmek durumundadırlar. Bu potanın altında yakılan ateş de, şiddet ve öfkeden uzak, farklı konuların samimiyetle tartışılması olmalıdır. Birbirleriyle düşmanca çatışıp cefa çeken değil, cıvıl cıvıl kuşların ötüşüp, oynaştığı cennet köşelerinden birinde sefa süren iki yaren olmalıdırlar.

Eşler, başlangıçta kabul ettikleri giyim-kuşam, yaşam tarzı, alışkanlık ve kişiliklerini değiştirmeye kalktıklarında, huzursuzluğun kapısı aralanmış olmaktadır. Kusursuz insan olmadığına göre, kendine hayat arkadaşı olarak seçtiği biricik eşini, hangi durumda kabul etmişse o haliyle sevebilmelidir. Halk arasında insanların beklenmeyen yönleriyle ilgili olarak; “Kırk yıl komşu oldum bilemedim, bir gün dünür oldum bildim” sözünde olduğu gibi, eşlerin sonradan görülen olumsuz yönleri de sabırla karşılanıp, zamana bırakılması gerekir. Böylece eşlerin aralarındaki zıtlıklar, her geçen gün yerini uyumluluğa bırakacaktır. Zorlamalar ise hoşlanılmayan yönleri, ortadan kaldırmak yerine daha da artıracak, sonunda eşleri birbirine bağlayan ipler kopma noktasına gelecektir. Hem, “Aşkın gözü kördür” sözünde olduğu gibi, seven insanlar sevdiklerinde kusur aramamalıdırlar. Eşini aşağılayarak yüceldiğini düşünen insan, yıkılan yuvasının altında ezilmeye ya da üstünde yükselen yeni bir binanın ihtişamı karşısında erimeye mahkum olan bir zavallıdır.

İş yerinde ya da sosyal hayatta değer verilen birçok kişiler vardır. Her fırsatta iltifat edilir, karşısında centilmence davranılır. Elden geldiğince beyefendi veya hanımefendiliğe özen gösterilir de, nedense eşler bunu birbirlerinden esirgerler. Halbuki eşler, daha fazlasına layıktır. Hatta en lüzumlu bir ihtiyaçtır. İş yerinde, eşinden görmediği iltifatı, mesai arkadaşından gören kişinin etkilenip, kendisine aşık olduğuna şahit oldum. Bu, bir istisnadır. Fakat ihtimalden uzak değildir..

Sosyal yaşantının maddî ve manevî baskısı altında ezilen insanın, en azından evinde, kendisini güler yüzle karşılayacak eşinin varlığını bilmesi, dayanma gücünü artıracaktır. Hatta yuvasındaki mutluluğu, tüm sıkıntılarını unutturacaktır. Sabahleyin gözlerini açtığında, eşinin ya da biricik evladının gülümseyen yüzünde, uzun kış gecelerinin baharını bulacaktır. Kapıdan aynı tatlılıkla ve hayır dualarla uğurlanan ya da vedalaşan eşler, yeni bir güne dopdolu bir enerjiyle başlayacaklardır.

Ev hanımlarının sabahla başlayan yoğun ev işleri, gece geç vakitlere kadar devam etmektedir. Eşlerinden haklı olarak ilgi beklemektedirler. Çalışan bayanların işi daha da zordur. Evin erkeği, iş hayatının sıkıntılarını bilen bir kişi olarak, kendisi için beklediği anlayış ve hoşgörüyü çalışan eşine göstermek zorundadır. Kaldı ki kadınlar, erkeğe emanet edilen en büyük lütuftur.

“Allah övmüş, yaratmış” diye hayranlığımızı gizleyemediğimiz güzeller vardır. Böyle güzel bir eşe sahip olana gıpta edilir. İnsan, “Daha ne istiyorsun?” demek ister. Fakat onun; “Dışı seni, içi beni yakar” diye serzenişte bulunduğu görülür. Haksız da değildir. Çünkü, kadın olsun erkek olsun, kendini sevdiren, vazgeçilmez yapan fiziki güzelliği, kötü huylarının gölgesinde kalmaktadır. Eş, duvarda sabit duran güzel bir tablo değil, gönül köşkümüze taht kuran bir sultan olmalıdır. (DEVAM EDECEK)

(Objektif Gazetesi, 14 Nisan 2008 Pazartesi – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder