YALAN

Yalana alıştırılmadık. Büyüklerimiz ve öğretmenlerimiz hep yalan söylememizi telkin ettiler. Yalanın kötü bir alışkanlık olduğunu her fırsatta örnekler vererek anlattılar.

Hiç yalan söylemiyorum dersem yalan olur. Normal bir şeymiş gibi ağzımızdan çıkıveriyor hemen. Sonra da insan, kendini her an yakalanacak bir suçlu gibi hissederek huzursuz oluyor.

Çileli, sıkıntılı geçen yaşamını, “Hayatın çemberinden geçtim” diye özetler bazıları. Çocukluğumun güzellikleri o hayatın dar çemberiyle kısıtlı kaldı. Aç açıkta kaldığım günler oldu. Simit, dondurma, sakız, gazete satarak, ayakkabı boyacılığı, garsonluk yaparak aç karnımı doyurmaya çalıştım. Bir ara ağabeyimin parasıyla ticarete soyundum. Fakat 1960 ihtilalinin sonucu, piyasalarda meydana gelen kriz nedeniyle sermayeyi tükettim. Devlet Su İşlerinin geçici işçisi olarak Isparta Gölcük’te altı ay kadar amelelik yaptım.

Halbuki zeki, kabiliyetli olduğum söylenirdi. Küçükken ne olmak istediğim sorulduğunda, herkes doktor, avukat, mühendis derken, ben öğretmen olmak istediğimi söylerdim. Daha sonra asker olmak sevdası düştü gönlüme. Fakat olmadı. Aç karnımı doyurmaya çalışırken, arkadaşlarım adam olmanın yolunu tutmuştu. Derslerinde ve ödevlerinde, kendilerine yardım ettiğim arkadaşlarım okudular. Ben de çaresizlik içinde terzi olmaya karar verdim. Okuyamamanın, hatta şimdi bile zamanında okumamış olmanın ızdırabından hala kurtulabilmiş değilim. O yıllardaki arkadaşlarımdan beni tanıyan, belki de tanımak isteyen pek kalmadı. Yeğenim Birol Pekel, bu konularla ilgili sohbetimizde bir hikâye anlattı:

-İki çocukluk arkadaşı ileride birbirlerini unutup, tanıyamayacaklarını düşünürler. Bunun için aralarında, “O Adam” diye bir parola kararlaştırırlar. Biri okumaz, köyde çobanlık yapar. Arkadaşının önemli bir mevki sahibi olduğunu öğrenir. Çam sakızı, çoban armağanı bir kesek peyniri sarıp sarmalar, arkadaşını ziyarete gider. Sekretere kendini tanıtır. Fakat sekreter arkadaşının, kendisini tanımadığını söylediğini bildirir. Çoban, falan okuldan arkadaşı olduğumu söyleyin der. Yine tanımadığını söyler sekreter. Çaresiz çıkmak üzereyken, aralarındaki parola aklına gelir ve tekrar umutla sekretere döner. Bu defa mutlaka tanıyacağından emindir. Sekreter tekrar girer içeriye. Çıktığında heyecanla bekleyen çobana, parolayı ilettiğini söyler. Önemli mevkideki arkadaşının cevabı oldukça manidardır: “O adam, o adam olabilir ama, ben o adam değilim.” demiştir.-

Hayatın çemberinden geçmeyen herkeste bu hamlık var mı, bilmiyorum. Fakat bu köşede resmimi görüp tanıyan terzilikten bir meslektaşım çıkmış. Onu da; “HARMAN” kitabının yazarı, Gazeteci, Şair ve Yazar değerli kardeşimiz Kadir Yavuz’dan öğrendim.

İşte adam olup da “O Adam” olmayan arkadaşlarıma “Ben de adam oldum” diyebilmek için de olsa okumak istiyordum. Nihayet askerde komutanımın tahsilimi sorması üzerine, “Ortaokul birinci sınıftan terk” yerine, “Ortaokul mezunu” olduğum yalanı çıkıverdi ağzımdan. Büyüklerime, öğretmenlerime karşı sanki ihanet suçluluğunu ruhumun derinliklerinde hissettim. Karar verdim, okuyacağım. Yalan söylediğim için, büyüklerim ve öğretmenlerim için, eşim ve çocuklarım için, dostlarım için okuyacağım! Askerlik yaptığım Elazığ’da, okul dışından sınavlara girerek, Devrim Ortaokulu’ndan mezun oldum. Bu kararlılık ve azimle, çalışırken ve evliyken Isparta Akşam Ticaret Lisesi’ni ve dört yıllık Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Yüksekokulu’nu bitirdim. Hayal ettiğim öğretmenliği, ücretli de olsa memur olarak çalışmakta olduğum Isparta Merkez Ortaokulu’nda ve Meslek Yüksek Okulu’nda gerçekleştirme fırsatı buldum.

Öğretmendir gönlünü dolduran şevkle

Verdiği hayat dersi dinlenir zevkle

Gönlünün korudur zaman söndüremez

Yakar meş’aleyi vicdanlara sevkle (M.Pekel)

Devlet memurluğum sırasında, önemli bir mevkide bulunduğumu düşünenlerin olup olmadığını bilmiyorum ama, hâlâ “O Adam” olduğumu biliyorum.
(Objektif Gazetesi, 29 Mart 2008 Cumartesi – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder