İHTİYARLAR

“Günde bir taşı binâ-yı ömrümün düştü yere

Can yatar gâfil, binası oldu vîran bîhaber” (Niyâzi Mısrî)

Ruhun meskeni, barınağı olan vücut binasından her gün bir taş düşüyor. Harabeye dönüyor insan. Virane binayı kendi kaderine bırakıp, birer birer terk ediyor herkes. Binanın viraneliği, çocukluğunun güzel günlerini unutturacak kadar vefasızlaştırıyor. Her an yıkılıverecek de altında kalacakmış gibi kaçıyor oradan. Yahut da o kadar rahatına alışmış ki, hayatını yaşamak istiyor, hiçbir şeyin varlığına tahammül edemeyecek kadar bencil.

Yaş ilerledikçe insanı dünyaya bağlayan ipler birer birer kopmakta, hayalleri geleceğe yönelik olmaktan çıkmış, geçmişte yaşanılanlarla doluyor. Acı, tatlı her şey sinema şeridi gibi bir bir geçiyor gözlerinin önünden. Kâh seviniyor, kâh üzülüp, yaşla dolduruyor yorgun gözlerini. Ömrünün her basamağında ahirete göçenler geliyor aklına. Kendisini bu dünyada yalnız bırakıp gidenlerin hatıraları ve sevdiklerine duyduğu hasretle, yanan yüreğinin ateşini söndürmeye yetmiyor bu göz yaşları. Viran olan vücudu, ruhunun feryadına dayanamıyor. Ağrılar, sızılar, çeşitli rahatsızlıkların derdine kaptırıyor kendini, ruhunun ızdırabını unutmak istercesine.

Evlatlarının mutluluklarını gölgelemek istemiyor. Onları rahatsız etmektense Huzurevinde yalnızlığa katlanmayı yeğliyor.

Her zil çalışında hayallerinden ayrılıp, umutla bakıyor kapıya ya da telefona. Evlatlarını, torunlarını ya da bir tanıdık sima arıyor gözleri. Bulamıyor. Gelen yabancı biri de olsa seviniyor, şanslı sayıyor kendini. Hüzünlü anılarının duygusallığını açığa vuran göz yaşlarını silerek bakıyor gelene. Birkaç dakika da olsa halinin, hatırının sorulmasından memnun, hayırlı dualarla uğurluyor bu geleni.

İşte yaşlılarımızın bu hayır dualarıdır, sofralarımızın bereketi, dünyamızın saadeti. Peygamber Efendimiz (s.a.v.); “Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasa idi, belalar sel gibi üstünüze dökülecekti” ikazında bulunuyor. Öyleyse varlık sebebimiz olan bu muhterem ve muhtereme ihtiyarlara vefa borcumuz olduğu kadar, dünya saadetimiz açısından da, ihtimam göstermek, onları incitmemek mecburiyetindeyiz. Onların hayır dualarını almak her şeyden önce kendi saadetimiz için gerekli.

Bakın bu gerçeği geç de olsa anlayan bir gencin hikayesine:

Genç, para alabilmek için sıkıştırıyor babasını. Para alamayınca sırtındaki pardösüyü alıp götürüyor. Bir zaman sonra yine babasına geliyor. Babası inleyerek; “Oğlum, yine mi eziyet etmek için geldin, her şeyimi senin uğruna tükettim, daha ne istiyorsun benden” diyor. Genç eğiliyor, çocukluğunda saçlarını okşayan babasının yumuşacık elini tutuyor. Dudaklarına götüremeden hıçkırıklarla; “Babacığım, senin kıymetini bilemedim, sana çok eziyet ettim, af dilemeye, helallik almaya geldim” diyerek ağlamaya başlıyor.

Dünyaya her gelen, ömrü varsa bir gün ihtiyarlayacak. Geleceğini maddî açıdan garantiye almak için her türlü gayreti sarf eden insanın, ihtiyarlığında harcayabileceği manevî sermayeyi göz ardı etmesi akıl ve mantıktan uzak bir davranış olsa gerek.

Zaman zaman çocuklarımla sohbet eder, onlara nasihat etmekten ziyade olması gerekenleri örneklerle anlatmaya çalışırım. Bir defasında, şehir içi halk otobüslerinde yaşlılara verecekleri yerin anne ve babalarına vermiş olacaklarını belirttim. Daha sonra eşimle birlikte bindiğimiz otobüste gençlerin, hatta orta yaşlıların ısrarla yerlerini bize vermek istedikleri dikkatimi çekti. Böylece atalarımızın; “Ne ekersen onu biçersin” sözünün ne kadar yerinde olduğunu gördüm.

İnsanın yaratılışında vardır canlı bir varlığa sevgi duymak, şefkatle ihtimam göstermek. Evimizdeki bir kediden bile esirgemediğimiz bu duyguları, hemcinsimiz olan insanlardan esirgemeyi, insanım diyen hiçbir kimsenin kabul edeceğini düşünemiyorum. Elbette kusurlarımız olacaktır. Hiçbir insan kusursuz olmaz. Kötülüğe iyilikle mukabele etmek faziletli olmanın bir gereğidir. İşte hayatımıza tatbik edebileceğimiz faziletli bir davranış örneği:

Ahnes bin Kays Hz. buyuruyor ki: “Bir kimse bana düşmanlık etse, ona üç halden biriyle karşılık veririm:

1) Benden büyükse, yaşına saygı duyar, mukabelede bulunmam.

2) Benden küçükse kendimi ondan yüksek görüp, ona kötü muameleye tenezzül etmem.

(Objektif Gazetesi, 21 Mart 2008 Cuma – Tlf. 0536 676 45 75)

(bu kısım yayınlanmadı)

3) Benim yaşımda ise, ona af ve ihsan ile muamelede bulunurum” diyor.

Merdivenleri bir bir çıkmış, nihayet iniş noktasına gelmiş biri için, basamakları hızla inmek kolaydır. Biz yaşlılar da merdivenin inişindeyiz. Zaman çabuk geçiyor. Yaşadıklarımızın bir çoğunu unutuyoruz. Askerin; “Gel teskere, gel!” dediği gibi, dünyadaki görevimizi tamamlamanın, ağır yükünden kurtulmanın sevinciyle gönlümüze sevdiklerimizin hasreti doluyor. Zaman; hissiyatımızı anlamış, hasretimizi dindirebilmenin, dertlerimizi, ızdıraplarımızı sona erdirebilmenin aceleciliği ile koşuyor adeta. Bizi yaratıp çeşitli nimetleriyle bu günlere getiren Yüce Rabb’imizin huzuruna çıkarmak, alemlerin yaratılış sebebi olan ve “Ümmeti, Ümmeti!” diyerek bizi bizden fazla düşünen sevgili Peygamberimize (s.a.v.), anamız, babamız, akraba ve dostlarımıza kavuşturmak için hızla akıp gidiyor zaman.

“Yaşlılara Saygı Haftası”nı fırsat bilerek, gençlerimize yaşlılarımızın hayır dualarına mahzar olmaları, yaşlılarımıza da son demlerini rahat ve huzur içerisinde geçirmelerini dua ve niyaz ediyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder