İKTİSAT

“Yiyin, için, fakat israf etmeyin” (A’râf Suresi, 31.Ayet)

İktisadın kısaca tanımı; sınırlı kaynaklarla sınırsız ihtiyaçların karşılanmasıdır. İslâmiyet’te ise ihtiyaçlar da sınırlıdır.

Milletin refahı cimrilik ya da yastık altındaki paralarla değil, kazanma ve harcama faaliyetiyle yükselebilir. Harcama ve kazanma neticesinde piyasa hareketlenir. Cimrilik kendine de topluma da fayda sağlamadığı gibi halkımız arasında da hoş karşılanmamaktadır. Atıl halde tutulan para veya mal da piyasalarda durgunluğa sebep olur. Toplumsal huzur; şahısların köşe olmasını değil, halkın refahını gerektirmektedir.

Fert bazında iktisat, insanı manevî dilencilik zilletinden kurtarır. Sık ve çok yenilen nimetten usanılır. Nimetin lezzeti kaçar. Açlıkta kuru ekmeğin baldan tatlı geldiğini açlık çekenler gayet iyi bilirler. Normal zamanda yemek istenmeyen bir şeyin, açlık neticesinde lezzetli olduğu, dolayısıyla nimetin değeri anlaşılır.

Halk arasında “İşten artmaz, dişten artar” denilmektedir. Fakat insan yemek ve rahat etmek için çalışmaktadır. Çalışmaya iten de budur. Hatta “Can boğazdan gelir” diye bir atasözümüz de vardır. Bu durumda orta yol bulunmalıdır. Yemeden içmeden kısıp, cimrilik yapılmaması gerektiği gibi, har vurup harman savurmamak da gerekir. Allah-ü Teâlâ verdiği nimetlerin karşılığında şükür istiyor. İsraf ise nimeti hafife almak, küçümsemek ve şükürsüzlük olmaktadır.

Yenilen nimetlerin, damak tadı dediğimiz lezzetleri bakımından yarım dakikalık bir fark vardır. Yani boğazdan geçtikten hemen sonra biri diğerinden farksızdır. Üstelik lezzetinin hatırı için çok tüketilen, insanın sağlığına da zarar verebilir. Gerek yeme içme konusunda gerekse diğer tüketim maddelerinde ikame yoluna gidilebilir. Yani aynı ihtiyacı karşılayan pahalı bir mal yerine daha ekonomik olanı seçilebilir. Ucuzunu değil, ekonomik olanı diyorum. Para ya da emeğin lükse ve şatafata değil, ihtiyacı en iyi karşılayacak bir şeye sarf edilmesi gerektiğini belirtmek istiyorum.

Çoğu insanımız, aile fertlerinin ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyor. Din, mukaddesat, haysiyet ve namus gibi değerleri yıpranıyor. Rüşvet, dolandırıcılık, kaçakçılık, sahtekârlık, uyuşturucu vb yollara girmek zorunda kalabiliyor. Bu da toplumsal yozlaşmaya neden olmakta, halkın huzur ve güvenliği tehlikeye atılmaktadır.

Rızk iki çeşittir. Biri hakiki rızk, yani hayatını devam ettirebilmek için gerekli olan rızktır. Bu tür rızkı Rabb’imiz taahhüt etmektedir. İşte; “Şüphesiz ki rızk veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah’tır” (Zariyat, 58) ve “Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek Allah’a ait olmasın” (Hûd, 6) ayetleri, rızkın taahhüdü konusunda tereddüde mahal bırakmamaktadır.

İkinci rızk ise; zaruri olmadığı halde gelenek, görenek, adet diye alışkanlık haline getirilen ve terk edilemeyen, aslında zaruri olmayan ihtiyaçlardır. Bu ihtiyaçların karşılanması, çok pahalıya mal olmaktadır. Zaruri olmayan fakat vaz geçilemeyen bu tür ihtiyaçlar karşılığında insan, ömrünün önemli bir kısmını feda etmektedir. Sadece ömür harcanmakla da kalınmıyor. Bazen izzetini, şeref ve haysiyetini, kutsal değerlerini de alıp götürüyor. Öpülmeyecek elleri hatta ayakları öpmek zorunda kalınıyor. Gayri meşru yollarla elde edilmek istendiğinde ise, aç ve muhtaç durumda olan, toplumda telafisi mümkün olmayan yaralardan doğan mağdur insanların feryatları, varsa vicdanını sızlatıyor. Bu yolla kazanarak aldıklarını gönül rahatlığı içinde kullanamıyor, yediklerinden lezzet alamıyor.

Lezzet alma konusunda fakir bir insan, zenginden geri kalmaz. Fakirin iktisatla acı soğan, kuru ekmekten aldığı lezzet, zenginin israf ve usançla yediği bal ve baklavadan daha fazladır.

Günümüzde televizyon vasıtasıyla zaman zaman yabancı filmlerde yemeğe dua ile başlandığını görüyoruz. Çünkü nimeti vereni düşünmek, onu yemekten alınan lezzetten çok daha önemlidir. Teşbihte hata olmasın, değer verilen önemli birinin hediye ettiği basit bir kâğıt parçası ya da herhangi bir şeyi, duyduğumuz manevi hazzı devam ettirmek için yıllarca saklarız. İşte, nimetin Allah’ın (c.c.) bir lütfu olduğunu düşünmek de, o nimetten alınan lezzetten çok daha önemli olmaktadır.

Sınırlı tüketim yani iktisatlı hareket etmek; arz ve talebin karşılaştığı piyasalarda dengeyi, sınırlı kaynaklardan aç ve susuz durumda olan halkımızın, hatta dünya insanlarının istifadesini sağlayacaktır. Öyleyse sahip olunan kaynaklar; israfla heba etmek yerine, cimrilik de etmeden iktisatlı davranmakla değerlendirilmelidir ki, toplumsal refah ve huzur sağlansın, insanlar mağdur olmasın, hiç kimse de zillet altında kalmasın.

Objektif Gazetesi, 28 Mart 2008 Cuma – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder