BÖYLE KAZANDIM

Öğretmenlerimiz, toplumumuzun mimarlarıdır. Toplumun her basamağındaki insanın temelinde mutlaka öğretmenin harcı bulunmaktadır. Öğretmenlik, fedakârlık derecesinde şefkat ve sabır isteyen kutsal bir meslektir. Bir gönül, bir sevda mesleğidir.

Geçim derdinden dolayı bu mesleği seçmek zorunda kalanlar dahi, insana hizmet verme görevinin kutsallığını anlamışlardır. Canlı eserlerinin mimarı olmanın haklı gururu ile, yeni eserler verme gayretiyle coşmuşlardır. Hızlandırılmış eğitimle öğretmen olanlardan çoğu, “Kırk beş günde kabak bile yetişmez” diyenleri mahcup etmişlerdir. Keza eğitim dışındaki branşlardan atanan öğretmenlerde de mesleğine gönülden bağlananlar olmuştur. Pedagojik formasyon almadıkları halde, kendilerini yetiştirmiş, yenilemiş, öğrencilerinin seviyesine inebilmiş ve motive edebilmişlerdir.

Öğretmenliğe gönül veren öğretmen kendini, öğrencisinin sorusunu dikkatle dinlemek zorunluluğunda hisseder. Sorunun kendi branşıyla ilgili olması daha da önemlidir. Çünkü öğretmen, verdiğini almak isteyen bir öğrenciyle karşı karşıyadır. Öğretmenliğin en önemli meselesi budur. Öğretmen, almak istemeyen öğrenciye vermekte zorlanır. Morali bozulur. Bunun için öncelikle, öğrencilerinin öğrenmeye ihtiyaç duymalarını sağlamak, en başta gelen görevi olduğunun bilincindedir. Öğrencilerinde, dersi öğrenme isteğini uyandırabilecek çareleri bulup, onları motive etmek gerektiğine inanır.

Dersini dinleyen, anlayan, anlamadığını soran öğrencilerin varlığı, öğretmenin şevkini artırır. Bunlar öğretmen için, hatibin hitabetinin beğenilmesiyle coşan dinleyicilerin alkışları gibidir.

Bunları niçin anlatıyorum?

Her zaman minnetle yad ettiğim değerli öğretmenlerimden, tek tük de olsa çeşitli nedenlerle öğretmenlik vasıfları zaafa uğrayan, kendileriyle kavgalı, öğretmenliğin kutsal değerini unutan öğretmenlerimizin olmadığına inanmak istiyorum. Çünkü toplumumuz, onların kazandırdığı bireylerle çağdaş medeniyet seviyesine ulaşacaktır. Eğitimin bu öneminin idraki içinde, öğretmenlik sevdasıyla yanan binlerce gencimiz vardır.

Evlâtlarımın karşılaştığı davranışları, öğrenciyi motive etmenin bir yöntemi olarak anlamak istiyor, eğitimcilerin takdirine arz ediyorum:

Yedi evlâdım, bir de emanet olmak üzere sekiz öğrenci okuttum. Her fırsatta, herkesi okumaya teşvik gayreti içinde oldum. Devlet memurluğunda yirmi altı yıllık hizmetim, eğitim kurumlarında geçti.

Bir oğlum, ilkokuldan sonra, il çapında otuz kişilik kontenjanı bulunan Anadolu Lisesini kazandı. Çalışkan, başarılı, matematik dersini iyi kavramış, sayısal alana yönelmişti. Fakat, matematik öğretmenine yenik düşmüş ve Sayısal yerine, Türkçe Matematik dalını seçmiştir. Olsun. Oğlum, her şeyde bir hayır olduğuna inanır. Çalışır, çabalar, sonucuna kaderimdir der, katlanır. Öldürülenin kaderidir, öldüren ise katildir.

Yine azimli, başarılı olabilmek için çırpınan kızım, sekiz yıllık ilköğretimden sonra Anadolu Lisesini kazanmıştır. Birinci sınıfta, çözmekte olduğu bir problemde takılmıştır. Matematik öğretmenine sorar. Öğretmen, sınıftaki öğrencilerine; “Bakın arkadaşınız daha bu problemin nasıl çözüleceğini öğrenememiş” der ve kızıma, Anadolu Lisesini nasıl kazanabildiğini söyler.

Kızım yıkılmıştır. Öğle yemeğine geldiğinde ağlıyor, feryat ediyor. Öğretmeni tarafından arkadaşları arasında aşağılandığını, bunu hak etmediğini söylüyor. Bir baba olarak önce üzülmüştüm. Fakat olan olmuştu. Yapacak bir şey yoktu. Kızımın en etkili tepkisinin, derse daha iyi hazırlanması ve yüksek not alması olacağını belirttim. Kızım da aynı görüşte olduğunu, yakında bir sınav yapılacağını söyledi.

Sınav yapılır. Matematik öğretmeni notları okuyacaktır. İlk olarak kızımın ismini okur, kim olduğunu sorar (!!!) Kızım kalkar. Öğretmen, “Sen misin?” (!!!) der. Matematik dersi yazılı sınavından aldığı puanı söyler. “100”

Matematik sınavından 100 aldığını öğrenen kızım; “İşte, Anadolu Lisesini böyle kazandım” der, oturur.

MSN: pekelailesi32@hotmail.com (Objektif Gazetesi, 2 6 Haziran 2008 Perşembe – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder