DELİKANLI

Salih ve Hakkı kardeşlerin çalıştırdığı bir kahvehane vardı. Sali Aga’nın kahvesi derlerdi. Sabahın erken saatlerinden, gecenin geç vaktine kadar hep dolu olur. Çerkez, Arnavut, Tatar, Manav, Roman, Göçmen diye, geldikleri yerlere göre bilinen, farklı kültürlerin izlerini taşırdı bu insanlar. Hepsi de birbirleriyle kaynaşmış, kimileri oyun oynar, kimileri de sohbet ederler. Masaların birinde tek başına oturan genç, sırtı duvara dönük, sol tarafındaki pencereden dışarıya bakıyordu. Adı Korkut. Arkadaşları Kurt Şair lakabını vermişti. Aslında dışarıya da bakmıyordu. Dalıp gitmiş, gözleri bir noktada sabitlenmişti. Belki de çocukluğunu bırakıp geldiği Anadolu’nun bir köyünü, insanlarını seyrediyordu camda.

Kendisi gibi uzun boylu fakat sarışın bir gencin, yanına geldiğinin farkında değildi. Azarlayan bir ses tonuyla;

-Bana bak arkadaş!, diye bağırdı sarışın genç. Kurt Şair, pencereden gözlerini ayırarak yavaşça başını, sarışın gence çevirdi ve;

-Sen de kimsin, diye sordu.

-Canavar namıyla tanınırım bu memlekette, dedi. Sen kim olduğuma boş ver diye diklendi.

…….

-Sen benim manitamın peşinde dolaşıyormuşsun, dedi sesini biraz daha yükselterek.

Yan masada oturan Romanlardan Çilek Yaşar, kayıtsız kalamadı bu söze;

-Kurt Şair öyle şey yapmaz, diye homurdandı.

Kurt Şair ayağa kalktı ve;

-Sali Aga! Dışarıya iki çay gönder, diye bağırdı kahveciye. Canavar’a da dışarıya gelmesini söyleyerek kapıya doğru yürüdü.

Kahvehanedekiler telaşlanmışlardı. İki gencin kapışacaklarını düşünüyorlardı. Canavar da şaşkın ve kararsızdı, fakat ister istemez Kurt Şair’in peşinden dışarı çıktı.

Kahveci Sali Aga, eski kulağı kesiklerden, uyanık biriydi. Kurt Şair’i de çok severdi. Müşterileriyle sohbet etme fırsatı bulduğunda, mutlaka Kurt Şair’i övgülerle anlatırdı. Onun arkadaşlarını; Çilek Yaşar, Tatar Davut, Çerkez Etem, Kırbaş Memet, Karabiler, Kürt Emin diye bir bir sayar, her birinin şar-şor hareketlerini bırakıp, nasıl adam gibi adam olduklarını, mahallede erkek sinekleri bile dolaştırmadıklarını, örneklerle anlatırdı.

Sali Aga, çayları hemen götürüp, iki gence verdi ve arkalarında bekledi. Çilek Yaşar da kapının yanına gelmişti. Bir taraftan da Canavar’ın avaneleri olabileceğini sandığı kimselerin, olup olmadığını kontrol ediyordu.

Kurt Şair, çayının şekerini karıştırdı. Bir yudum aldıktan sonra, sakin bir şekilde söze başladı.

-Bak arkadaş! Sen Canavarsan, ben de Kurdum. Fakat ikimiz de hayvan değiliz. Delikanlıyız, öyle değil mi?

Canavar, şaşkınlığını üzerinden atmış, “delikanlıyız” sözüne takılmıştı. Romanlardan Meyhaneci Şevket’in anlattığı gibi gerçekten delikanlıymış, dedi içinden. Hatta Şevket’in kızları; “Erkeklerimizden kimse bize sahip çıkmadı. Roman olmadığı halde, abimiz gibi bizi koruyup gözetti. Sataşanların derslerini verdi. Mahallede korkusuzca gezebiliyoruz” demişlerdi. Canavar, bunları düşünürken sakinleşmişti. Yine de kavgacı bir tavırla;

-Senin yaptığın delikanlılık mı, diye kabardı.

-Delikanlı adam dolmuşa binmez, dedi Kurt Şair.

Canavar bir şeyler söyleyecekti ki, Kurt Şair hiddetlenerek;

-Dinle lan, dedi sert bir şekilde.

Önce elin dolmuşundan in,

Sonra halk otobüsüne bin,

Kız kardeşini getir bana,

Emanetimdir de bu sana,

Dokunulmaz namus ve cana.

Delikanlılığı okuduk,

Halımızı böyle dokuduk.

Nasıl bıraktınsa öyle al,

Akıllı ol, delikanlı kal.

Seni dolduranlar, mahalleye gelemez oldular, neden? Çünkü karşılarında beni buldular. Kız kardeşleriniz, rahat nefes aldılar dedi ve sordu:

-Sen şimdi delikanlı mısın?

Canavarın sarışın yüzü kızardı ve kendini toparlayarak, Sali Aga’ya, iki çay, diye bağırdı.

Bu olayı, Canavar’ın manitam dediği kız da duymuştu. Zaten sevmediği Canavar’ı yanına yaklaştırmaz oldu. Kurt Şair’i her gördüğünde, eli ayağı dolaşırdı sanki. Ona duyduğu sevgi hissi, şimdi daha da şiddetlenmişti. Aşık olduğunu anlamıştı fakat Kurt Şair’e bir türlü aşkını duyuramıyordu. Kızcağız, günlerce, aylarca düşünür, yemeden içmeden kesilir. Bu karşılık bulmayan aşkın dayanılmaz acısıyla kıvranır. Çaresizdir. Çünkü dünya güzeli de olsa, Kurt Şair’in dönüp bakmayacağını bilmektedir. Böyle duymuş, böyle tanımıştır onu. Gönlüne aşk ateşini düşüren de; Kurt Şair’in bu yönüydü zaten. Kız, bu ızdıraba daha fazla katlanamam der, Meryem’e gider.

Kurt Şair’in çamaşırlarını yıkayan dul kadın Meryem, kızın halini anlar. Dermansız derde düştüğünü, bu sevdadan vazgeçmesini söyler kıza. Fakat kızın acınacak haline dayanamaz, sakın umutlanma demeyi de ihmal etmez.

-Kurt… der Meryem, yutkunarak.

…….

-Sen, benim oğlum sayılırsın… Kelimeler, Meryem’in boğazında düğümlenir. Fakat, zor da olsa söyleyeceğini söylemiştir.

Bu, Meryem’in Kurt Şair’e söylediği son sözü ve onu son görüşü olur. Sadece Meryem değil, o günden sonra Kurt Şair’i bir daha gören olmaz.

MSN: pekelailesi32@hotmail.com

(Hedef Gazetesi, 21 Ağustos 2008 Perşembe – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder