ÇOCUKLUĞUMU ARIYORUM 6

Isparta’ya getirdi

Yaramazlıklarımı hoşgörüyle geçirdi

Dar geliriyle ihtiyaçlarımı yetirdi

Hem ağabey, hem babalık yaptı

Dert ve tasalarına girdaptı

İçine kapanıklığıyla ömrünü bitirdi

Derdini söylememek sanki adaptı

Genç yaşta ecel kaptı

Yakında ben de varıyorum

Yanındaki çocukluğumu arıyorum

(M. Pekel)

Yıl 1960. Mimar Sinan Caddesi şimdiki gibi asfalt değil, küçük dikdörtgen prizması şeklindeki taşlarla kaplıydı. Camiyi geçtikten sonra sağda Toposman oğullarının dükkanı lokanta gibi, masa ve sandalyelerle tanzim edilmişti. Tahin helvası ve irmik helvası satılırdı. Hemen yanındaki fırından ekmeğini alan buraya girer, tahin ya da irmik helvasıyla karnını doyururdu.

O yokluk günlerinde zenginler olduğu gibi, bugünün bolluğunda da fakirler vardır. O günün zenginlerinin yaşantılarını bilecek yaşta ve ortamda değildim. Fakat bugün toplum olarak, hep böyle bolluk içerisinde yaşayacağımızı düşündüğümüzden mi nedense, israf içinde olduğumuzu görüyoruz. Çocuklarımıza yemek yediremiyoruz ya da beğendiremiyoruz. Çünkü abur-cubur şeylerle karınlarını doyuruyorlar. Bazıları erken yaşta sorumluluk altına girmenin stresiyle, bazıları zamanın şartları gereği durmadan atıştırıyorlar. Dengeli beslenmeden uzak kalıyorlar.

Ülkemizin üç tarafı denizlerle çevrili, hemen her yerinde kaynak suları bulunmaktadır. Son günlerde bitip, tükeneceği hiç aklımıza gelmeyen su sıkıntısından söz edilmektedir. Kış mevsiminde kaloriferlerin yanmasıyla birlikte, teneffüs etmekte zorlanır hale geliyoruz. Yine sonsuz sandığımız temiz havayı arar hale geliyoruz. Bu nedenle, bir taraftan bunların devamını sağlamanın yollarını ararken, bir taraftan da sahip olduklarımızın değerini bilmek ve israf etmemek zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Yani darlığa düşmeden bolluğun kıymetini bilmek zorundayız.

Helvacı Toposman oğullarının dükkânını ve ekmek fırınını geçtikten sonra, İstiklâl Oteli ve Altında, bir ara Gül Pavyonu yer alıyordu. Burası Isparta’da görüp, hatırladığım ilk ve son pavyondu.

Bu binaları ada haline getirip, çevreleyen dar bir sokağa dönmeden, dökme tel kadayıf yapan Abdil Amcanın dükkânı vardı. Kadayıfın nasıl yapıldığını ilk defa burada gördüm. Ramazan ayında müşterileri artar, kadayıf alabilmek için sıra bekleyenler olurdu. Sokağın içerisinde de pide fırını vardı.

Mimar Sinan Caddesinde paket taşların üzerinde Belediye Sarayına doğru ilerliyoruz. Sol taraftaki hanın girişinde karşılıklı iki kahve vardı. Birinin Çizmeli’nin kahvesi olarak anıldığını biliyor, diğerinin adını hatırlamıyorum. Şoförlük yapan merhum Ali Ağabeyim, taksiyi bu kahvelerin karşısına park eder, kendisi de kahvede müşteri beklerdi. O yıllarda yollar tenha olup, istenilen yere rahatça taksiyle girilebilirdi. Piyasada fazla taksi de yoktu. 1960 yılı öncesinde Isparta’da iki-üç ticari taksi ancak bulunurdu.

Halı sarayının olduğu yer, otogar olarak hizmet vermekteydi. Cadde kenarında yer alan tek katlı, uzunca binada bir kahve ve birkaç yazıhane vardı. Girişi güneyde, caddeye yakın olan yerdeydi. Girişin sağ tarafında demirci esnafı vardı. Otobüslerin çıkış yeri, kahve ve yazıhane binasının bittiği yerden Mimar Sinan Caddesine açılıyordu. Çıkışın sağında Seyrüsefer Memurluğu yer almaktaydı.

1957 yılında hatırladığım kadarıyla, otogardan sonra yer alan Gülyağı Fabrikasıyla şehrin sınırları sona eriyor denilebilirdi. Çünkü buradan itibaren yolun her iki tarafında bahçeler yer almaktaydı.

Halıcılık henüz bitmemiş, yer yer halı atölyeleri olduğu gibi, hemen her evde halı dokunmaktaydı. Modern bir halı pazarına ihtiyaç duyulmaktaydı. 1968 yılında sayın Fuat Uyar Belediye Başkanı olduktan sonra, otogar kültür sitesinin oraya taşınmış, yerine şimdiki Halı Sarayı inşa edilmiştir.

MSN: pekelailesi32@hotmail.com

(Hedef Gazetesi, 02 Ağustos 2008 Cumartesi – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder