UĞURSUZLUK

Yaşadığımız dünyadan şikayet edildiğini, bazı varlıkların uğursuz sayıldığını duyuyoruz. İnsan, dünyaya ne için gönderildiğini düşünmüş olsa, misafirliğini bilse, dünyanın şikâyet edilecek bir yer olmadığını görecektir. Sultanı olarak gönderildiği mahlûkata da uğursuzluk atfetmeyecektir.

Dünya ve içindekilerin muhtaç bırakıldıkları her ihtiyaçları düşünülmüş, hiçbir şey ihmal edilmemiştir. Birçoğunun sebeplere bağlanarak verilmesi, akıl nimetinin değerini ortaya koymuş, insanı düşünmeye ve çalışmaya sevk ederek, ataletten kurtarmıştır. Dünyayı sıkıntılı hale getiren, onu yaratılış gayesinin dışında kullanan insanlardır.

Nitekim değerli Fazlı Al hocamız; “Dünya âlemi bize verilmiş beyaz bir kâğıt gibi tertemizdir. Kullanılışa göre değer ve kıymet kazanır. Zatı, aslı asla kötü değildir. Onunla ebedî saadet elde edilir. Onunla Hakk’ın rızası kazanılır. Onunla cennete kavuşulur. Yeter ki bu muazzam mekân Hakk’a perde olmasın” demektedir. (Fazlı Al, Dünyasını Yapanlar Ahiretini Yıkanlar, Tuğra Ofset, Isparta 2008, s. 9)

Öyleyse yaratılan her şey güzeldir. Hiçbir şey gayesiz ve boşuna yaratılmamıştır. Bütün güzelliklere, kötülük ve uğursuzluk yükleyen insanın kendisidir. Kullanım yanlışlığından uğranılan kötülüğün, eşyanın uğursuzluğuna verilmesi haksızlıktır. Yaratanını itham etmektir.

İbni Abbas (r.a.)’tan rivayetle Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Bütün işler, hayır olanı da, şer olanı da Allah’tandır” buyurmaktadır. (Camiü’s-Sağir, No. 1672, s. 781)

Üzüm, yaratılış itibariyle besleyici leziz bir nimettir. Onu alkol haline getirip, beynini uyuşturarak tüm kötülüklerin kaynağı haline getiren insanın kendisidir.

Kalem, hemen her zaman ihtiyaç duyulan faydalı bir alettir. Dikkatsizlik sonucu birinin ya da bir yerinin yaralanması, kalemin uğursuzluğuna bağlanamaz. Bıçağın iyi işlerde kullanılması gerekirken, adam öldürmekte kullanılması bıçağın suçu değildir.

Bediüzzaman hz. eserlerinde; şerri (kötülüğü) yaratmak şer değil, işlemek şerdir, demekte ve örnekler vermektedir. Yağmurdan bazıları zarar görse, yağmurun yaratılması şerdir diyemez. Yine yemeğini pişiren ateşe elini sokup, o hizmetkârını kendine düşman etmişse, ateşin yaratılması şerdir, denilemeyeceğini belirtmektedir.

Hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna yani kadere inanmak, imanın şartlarındandır. İnsan, başına gelen bir musibetin altında mutlaka bir hikmetin bulunduğuna inanmalıdır. Ondan ders çıkarabilmelidir. Daha büyük bir musibetin önlenilmiş olabileceğini düşünmelidir.

Köpeğin uluması, baykuşun ötmesi, iki kişinin arasından siyah bir kedinin geçmesi, birin elinden sabunun, makasın alınması –alındığında ona tükürülmesi-, makasın ağzının açık bırakılması ve daha birçok şeyin uğursuzluğuna inanılmasının gerçekle hiçbir alakası yoktur.

Bir günün uğursuzluğuna inanarak, ihtiyaçlarını karşılamaktan kaçınılması, herhangi bir insanın uğursuzluğuna hükmedilmesi de batıldır.

Nitekim İbni Amr (r.a.)’dan rivayetle Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Uğursuzluk düşüncesinin kendisini ihtiyacı olan bir işi yapmaktan alıkoyan kimse Allah’a şirk koşmuştur” buyurmaktadır. (Camiü’s-Sağir, No. 3646, s. 1566)

Eşya ve mahlûkata uğursuzluk atfetmek, İslâmiyet’le bağdaşmamaktadır. Hatta Allah (c.c.) korusun insanı şirke sürüklemektedir. Çünkü her şey ulvî gayeler için yaratılmıştır. Onları kötüye kullanan insanın kendisidir. Karşılaştığı olumsuzluklarda, kendi hatalarının dışında suçlu arayarak, kaderi tenkit etmemelidir. Allah (c.c.), her şeyi bilen, gören ve verendir. Her şeyi insanların istifade edebileceği şekilde yaratmıştır.

MSN: pekelailesi32@hotmail.com (Objektif Gazetesi, 03 Temmuz 2008 Perşembe – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder