ÇORBAMIZI SİNEK, TARİHİMİZİ YALAN MAHVETMESİN

Bol çeşitleriyle her damak zevkine hitap edebilen çorbayı, hemen hemen sevmeyen yoktur. Bilhassa bu mübarek Ramazan-ı Şerif’te çorbasız bir iftarı düşünemiyorum.

Oturdunuz sofraya, çala kaşık girdiniz çorbaya. O da ne? kaşığınıza bir sinek gelmesin mi! Ne olur gelmişse? Alıp, koyarsın masanın üstüne, devam edersin çorbayı yemeye. İyi de kardeşim, herkes sizinki gibi bir mideye sahip değildir ki. Atalarımız; “Sinek küçüktür, mide bulandırır” demişler. Midesi bulanan insan, değil o çorbayı yemek, içinden sinek, belki de böcek çıkacak endişesiyle diğer yemekleri de yiyemez. Yalan söylemek de böyle değil midir?

Birinin yalanı yakalandığı zaman, söylediği ya da söyleyeceği tüm doğrulara inanılmaz. Üstelik yine atalarımız; “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” demişlerdir. Öyleyse söylenen her yalan er veya geç mutlaka ortaya çıkacaktır. İşte o zaman gerçekler de yalan olarak algılanacaktır. Gerçekleri ya da doğruları, şüpheye düşürdüğün insanın gözüne soksan da kabul ettiremezsin. Çünkü onun nazarında güvenini kaybetmişsin.

Yalan ya da yanlışlar tarih kitaplarına girerse ne olur? Olacak belli. O tarihin tümüne şüpheyle bakılır. Memleketimizin kurtuluşu sırasında verilen zorlu mücadeleleri gururla anlatırsınız, “Acaba doğru mu?” şüpheciliğiyle karşılanır. Yaratılan böyle bir atmosferde, şanlı tarihimize sahip çıkacak nesilleri de kaybetmez miyiz?

Bugün aziz vatanımızın üstünde dalgalanan şerefli bayrağımızın kırmızı renginde, üç amcamın da kanları vardır. Birinin künyesi gelmemiş, yıllarca kendisi gelir umuduyla beklenmiş ama gelmemiş. Demek ki, o da şehit olmuş. Peki evlâtlarıma, torunlarıma ve geleceği emanet edeceğimiz gençlerimize; “Vallah ben babamın yalancısıyım” mı diyeyim?

Haberlerde, ilköğretim 8. sınıf İnkılap ve Atatürkçülük ders kitabında darbe övgülerinin yer aldığı belirtiliyor. Bunları kitaba koyan kimse, darbelerin faydasına ve gerekliliğine inanıyor olabilir. Fakat inancını, halka ya da gelecek nesillere körü körüne dayatma hakkına sahip değildir. Öncelikle bu tezini ispatlaması gerekir. Hem demokrasilerde darbelerin yeri var mıdır? Varsa, Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana bu tür müdahaleler, memleketimize ne kazandırmış, ne kaybettirmiştir? Bunların net bir şekilde ortaya konulması gerekir. Yoksa zararı, faydasından çoktur.

Meselâ, 27 Mayıs ihtilali haklı gerekçelerle yapılmışsa, millete neden anlatılamamıştır? Anlatılmışsa ve hakkındaki ithamlar doğruysa merhum Adnan Menderes, milletin çoğunluğunun gönlünde demokrasi şehidi olarak, nasıl taht kurabilmiştir? Merhum Adnan Menderes, 17 Eylül 1961 tarihinde idam edilmiştir. Aradan yarım asra yakın bir zaman geçmiştir. Bugün ihtilali yapanlar ve idama mahkûm edenler hatırlanmazken, merhum Adnan Menderes hayır dualarla anılmakta, ruhu için Kur’an-ı Kerim hatimleri yapılmakta, Mevlid-i Şerif’ler okutulmaktadır.

Bir başka değişik atmosfer de kafalarda oluşturuluyor. Biri irticaî tehlikelerden bahsederken, bir diğeri dinî özgürlüklerin kısıtlandığını söylüyor. Halk, birbirleriyle gayet iyi anlaşabilirken, medyada birden bire şaşırtıcı ayrımcılık furyasının başladığını görüyoruz. Birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz bu zamanda sunî gündemlerle memleketimiz kara bulutlarla kapatılarak zihinler, memleketimizin asıl ihtiyaçlarını düşünmekten alıkonulmamalıdır. Gerek halkımız, gerekse kurumlarımız zan altında bırakılmamalıdır. Suç varsa karşılığında ceza da vardır. Söylemlerle psikolojik baskı yaratmak, kafaları karıştırmak, memleketimize hiçbir yarar getirmez. Üstelik zarar verir diye düşünüyorum.

Yanılıyor olabilirim. Fakat yanılmadığım ve büyük endişe duyduğum bir şey var. O da, tarih kitaplarımıza girecek yanlışların, tüm tarihimize duyulan güveni sarsacağıdır.

Ders kitaplarındaki yanlışlığı kabul eden Millî Eğitim Bakanı sayın Hüseyin Çelik’in, yanlışlığın ancak bir yıl sonra düzeltilebileceği şeklindeki açıklaması, konunun vahametine önem vermediği intibaını yaratmaktadır. Kabul edilen bir yanlışlığın, tez elden düzeltilmesi gerekir. Yanlış olanların yerine doğruları yazılıp dağıtılmak suretiyle düzeltilmesi mümkündür. Müfredat programlarından çıkarmak, Internet’te yayınlanmak gibi çeşitli alternatifler de mevcuttur. Fakat külfeti ne olursa olsun kitapların toplanarak, zaman kaybetmeden düzeltilmesi en doğru olanıdır. Yoksa çorbadaki sinek, zamanla milletimizin kafasında zehirli bir böcek haline gelebilir.

Çorbamızda sinek, tarihimizde yalan ya da yanlış olmasın. “Yanlış hesap, Bağdat’tan döner”, “Atı alan Üsküdar’ı geçti” demiş atalarımız. Atı alan Üsküdar’ı geçmeden, bu yanlışlık da Bağdat’a varmadan dönmelidir. Şanlı tarihimizin gururundan, bizleri yoksun bırakmaya kimsenin hakkı yoktur. Olmamalıdır.

MSN: pekelailesi32@hotmail.com

(Hedef Gazetesi, 20 Eylül 2008 Cumartesi – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder