KÖYLÜM

Çocukluğumun hüzünlü, fakat çok da tatlı günlerinin geçtiği köyümü, merhume anacığım ve merhum babacığımı düşünüyorum. Cahilliklerine rağmen, bugün sahip olduğum terbiyemin temelini atan onlar. Sadece sözle, nasihatle değil. Altmış üç yaşına geldiğim bu günlerde, bu söz ve nasihatlerden hafızamda kalan fazla bir şey yok. En etkili ve kalıcı olanı, faziletli davranışları ve yaptırımlarıyla yönlendirerek, bugünkü şahsiyetimi kazandırmalarıdır. Allah kendilerinden razı olsun.

Annem fırından yeni çıkmış, türüm türüm kokan ekmekleri eve getirirken, yolda rastladığı insanlara birer parça ikram etmeden geçmezdi. Köyümüzün üzümleri, sulanmadığı için tatlı olur. Eğridir pazarında; “Göndürle’nin kır bağ üzümü” diye satılırdı. Babam bağa, bostana göndereceği zaman; “Aman oğlum! Gelirken köşe başlarında oturanlara ikram etmeyi unutma!” diye sıkı sıkıya tembih ederdi. Bunlar yalnız ana ve babamın değil, köyümüz halkının güzel hasletleriydi.

Köylü; hiçbir karşılık beklemeden, tüm yoksulluğuna rağmen, kendi yemeye kıyamadığı yumurtasını misafire ikram eder, yine hiç kıyamadığı tavuğunu, tereddütsüz misafiri için keser. Bunlara benzer daha birçok fazilet örneklerini sıralamak mümkün. Bugün karnımızı doyuran, köylümüzün nasırlı ellerinin emeği olduğu gibi, ruhumuzu doyuran da, yine onların faziletli davranışlarından özümleyerek aldığımız derslerdir. Bu derslerdir ki; inşallah her iki cihan saadetini kazandıracak en büyük kazancımızdır.

1926 Yılında, ilkokul 3. sınıflar için, Osmanlıca olarak yazılmış “Çocuk Kitabı”nda yer alan hikâyeleri Latin harflere çevirerek vereceğim. Çünkü, küçüklere hitabeden bu küçük hikâyelerden; büyüklerin, büyük dersler çıkaracağını umuyorum.

İşte; ihtiyar bir köylünün faziletli davranışını işleyen, “Köylünün Fazileti” başlıklı hikâye: Süvarilerimizin atlarının yiyeceğine dahi haram karıştırmak istemeyen, fakirliğine rağmen kendi mahsulünü feda ederek, ‘çorbada tuzum olsun’ misali, vatanımızı düşmanlardan temizleyen kahraman askerimize, “karınca kararınca” katkıda bulunmak isteyen, ulvî bir davranış örneği.

KÖYLÜNÜN FAZİLETİ

Son muharebelerin birinde idi. Bir süvari yüzbaşısı hayvanlar için ot tedarikine memur oldu. Lakin tahmin edersiniz ya, harp yerinde para düşünülmez, memleketi düşmana vermemek için herkesten fedakârlık beklenir. Onun için bu zabıta da arpa, yulaf gibi ne bulursa biçecek, para vermeyecekti.

Bu yüzbaşı, müfrezesinin başında ot yolmak için tayin olunan yere kadar gitti. Burası ıssız bir vadi idi. Ötede beride küme küme ağaçlar vardı. Hiçbir tarla görünmüyordu. Hayli dolaştı. Nihayet bir tenha vadinin köşesine sıkışmış küçük bir kulübe gördü. Neferler kapıya vurdular. Beli bükülmüş, ak sakallı fakir bir köylü çıktı. Zabıta emretti:

- Haydi baba, dedi. Hayvanlarım için ot keseceğim. Bana bir tarla göster.

İhtiyar:

- Peki, şimdi, diye cevap verdi. Süvarilerin önüne düştü. Bir çeyrek yürüdüler. Güzel yetişmiş bir yulaf tarlası gördüler. Zabıta:

- İşte aradığımı buldum, diye bağırdı. Köylü mukabele etti:

- Sabrediniz. İleride daha iyisi var… Yürümekte devam ettiler. Bir çeyrek daha gittiler. İkinci bir yulaf tarlası göründü. Askerler atlarından indiler, yulafları biçtiler, hayvanlara yüklediler.

O zaman yüzbaşı ihtiyara dedi ki:

- Baba, bizi beyhude yere yordun. Evvelki tarla daha güzeldi.

İhtiyar:

Evet yüzbaşım, dedi. O tarla belki güzeldi, fakat ne yapayım ki benim değildi…” (İbrahim Hilmi, Çocuklar İçin Kolay Kıraat, İlk Mektep 3. Sınıf, -Osmanlıca- Orhaniye Matbası, 2. Tab., İst. 1926, s. 3)

Vatan aşkıyla doyar bizim ırgatlar,

Açlık diner, haramdan bozulur tatlar.

Varıp düşmanı ezecekse bu atlar,

Helâl olmalı yiyecekleri otlar.

(M. Pekel)

MSN: pekelailesi32@hotmail.com

(Hedef Gazetesi, 11 Eylül 2008 Perşembe – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder