ÇOCUKLUĞUMU ARIYORUM 1

1950’li yıllar. Göndürle tren durağı, köyden 3 – 3,5 km uzaklıktaydı. Isparta’ya gitmek üzere gelip, burada beklenirdi. Trenin gelme zamanı yaklaştıkça, küçücük kalbimin atışları hızlanırdı. Tren Eğridir’den çıkmış olmalı diye tahminlerde bulunurduk. Diğer bazı çocuklarla birlikte, rayların üzerinde yürüme yarışı yapar, zaman zaman kulağımızı rayların üzerine dayayıp, trenin gelip gelmediğini anlamaya çalışırdık. Yolcu uğurlayıp, döneceğimiz zamanlar da metal parayı trene ezdirmek hoşumuza giderdi. Bununla ilgili önemli bir ders niteliğinde olan ve hayatımda unutamadığım bir hatıram da vardır:

Köyümüzü diğer civar köylerden ayıran özelliklerden biri, adeta memur fabrikası olmasıydı. Hemen her haneden bir memur vardı. Küçük yaşta köyden ayrılırlar, ancak düğün ve bayram gibi özel günlerde büyüklerini ziyarete gelirlerdi. Büyükleri dünyadan göçtükten sora köye uzun yıllar uğramayanlar olurdu. Geldiklerinde küçükler onları tanımaz, onlarda ancak simalarından tanımaya çalışırlardı.

O günlerden birinde parayı rayların üzerine yerleştirmiştim ki; bir beyefendi yanıma gelerek, bu parayı nasıl kazandığımı sordu. Para kazanacak yaşta değildim. Babamdan aldığımı söyledim. "Babaların bu parayı kolay kazanmadığını, bundan başka parasının olmayabileceğini, ihtiyacım için son parasını bana vermiş, kendisinin parasız kalmış olabileceğini" anlattı. Ayrıca o gün anlayamadığım daha birçok şeyler söyledi. O günden beri kendime ait olmayan değerleri dahi, o beyefendinin sözlerini hatırlayarak korumaya çalıştım. Kimin mülkiyetinde olursa olsun, her varlığın birer millî servet olduğunu öğrendim.

Tren her zamanki gibi 15.50’de Göndürle durağına gelir. Yeşil ve kırmızı koltuklu vagonlardan hangisi birinci, hangisi ikinci sınıftı hatırlamıyorum. Ucuz olduğu için üçüncü sınıf vagona binerdik. Öğrenci olduğu tahmin edilen çocuklara kimlik aranmaksızın indirim yapılırdı. Buradaki kompartımanların dörder kişilik iki ahşap oturma yeri vardı. Yine aynı uzunlukta yukarıda, karşılıklı iki ahşap sepetliği vardı. Uzun yolculuklarda oralara çıkıp yatanlar olurdu.

Önce Kuleönü durağına uğrar, oradan Bozanönü’nde biraz beklerdik. Çünkü burada lokomotifin yer değiştirmesi gerekiyordu. Yani ön vagondan ayrılıp, en arka vagona bağlanır, geldiğimiz yönde fakat makasla ayrılan, farklı raylar üzerinden Isparta’ya devam ederdi.

Isparta Tren Gar’ına geldikten sonra İstasyon Caddesinden şehir merkezine doğru yürürdüm. Daha önce bazı çocuklardan gördüğüm gibi, faytonların arka teker dingiline oturur, farkına varan faytoncu da kamçıyı arkaya sallar, inmek zorunda kalırdım.

İstasyon Caddesi, Ispartalıların tek gezinti yeriydi. Caddenin her iki yanında yer yer boş arsalar vardı. Valilik konutunu geçtikten sonra güllerin bulunduğu bir bahçe ve tam köşede köfkeden yapılmış bir bina (şimdiki Milli Eğitim Müdürlüğü binası) vardı. Taş merdivenli bu binada Lise ve Ortaokul eğitim-öğretimi birlikte verilmekteydi. Bahçeye açılan bodrum katında Ortaokul, üst katta da lise öğrencileri öğrenim görüyorlardı. Caddenin diğer köşesinde yine aynı köfkeden yapılmış askeri bina yer almaktaydı. Hafta sonlarında, askerlerden oluşan merasim mangası gelir, bando eşliğinde İstiklâl Marşı okunarak bu binadaki göndere, bayrağımız çekilirdi. Askerlerin ihtişamlı yürüyüşlerini ve çaldıkları marşları hayranlıkla seyre dalardık.

Lisenin taş merdivenlerin bulunduğu parke taşlı Pavyonlar Caddesinin (6 Mart Atatürk Caddesi) diğer köşesinde, jandarmalara ait bina vardı. Yanında sırasıyla bir ev, bahçeler, Isparta Gençlik Lokali ve şimdiki adliye binasının yerinde yine bahçeli ve tek katlı bir ev vardı. Bunların önünde yayalar için ayrılan toprak zeminde, Kadıoğlu’nun üç tekerlekli bisikletleriyle ücret karşılığı birkaç tur atılırdı. Bir ara TELEKOM binası ve PTT önünde bu işi yapmıştı. Param oldukça burada üç tekerlekli bisikletlere binerdim. Çünkü bisiklet sevdası şuur altında yerleşmiş, bir tutku haline gelmişti bende.

İnsanlar tutamayacakları sözü vermemeliler. Vadini yerine getirmek, önemli mazeretlerin dışında herkesin borcudur, görevidir. Özellikle çocuğa verilmişse, mutlaka yerine getirilmelidir. Çünkü çocuk, kendisine vaat edileni kolay kolay unutmaz. Bisiklet tutkum, böyle bir vadin gerçekleşmemesinden kaynaklanıyordu. Büyüklerim, sınıfımı geçtiğimde bisiklet alacaklarını taahhüt etmişlerdi. Fakat bu gerçekleşmedi. Sebebi ne olursa olsun, hüsrana uğratmış, büyüklerime olan güvenimi sarsmıştı. Derslerime daha iyi çalışmam için, bir teşvik unsuru olarak mı düşünülmüştü? Halbuki buna hiç gerek yoktu. Derslerim gayet iyiydi. Öyle bile olsa, bu tür bir aldatmacaya girişilmemeliydi.

Her ebeveyn, çocuklarına sorumluluk duygusunu verebilmeli. Mükâfat karşılığı olarak değil, görevleri olduğu için okumaları gerektiği belirtilerek, sorumluluk üstlenebilecek bir kişilik kazandırılmalıdır. Teşvik etmenin başka yolları bulunmalıdır. Mutlaka mükâfatlandırılacaklarsa bu, taahhütte bulunmadan, başarılarının sonunda yapılmalıdır.

MSN: pekelailesi32@hotmail.com

(Hedef Gazetesi, 26 Temmuz 2008 Cumartesi – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder