HAYAT OKULU 2

ISPARTA MERKEZ ORTAOKULU

Askerlik görevimi bitirdikten sonra Isparta’ya döndüm. Yine bir terzihane açarak mesleğime devam ettim. Okul dışından Ortaokulu bitirdikten sonra, Isparta Merkez Ortaokulunda (Hilmi Dilmen İlköğretim Okulu) memur olarak göreve başladım.

Isparta’dan uzun süre ayrı kalmıştım. İp tutmazın biri olarak tanıyanlar olduğu gibi, terzi olduğumu bilenler de vardı. Okulda hizmetli olarak mı, bir başkaları; memur olarak mı çalıştığımı soranlar olurdu. Hepsine evet derdim. Yalan da değildi. Gerçekte memurdum. Fakat vatandaşın hizmetçisiydim.

Akşam Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi mezunu olduktan sonra öğretmenlik de yapmıştım. Okuduğumu bilenlerin, “Öğretmen misin?” şeklindeki sorularına da evet demekle yalan söylemiyordum. Ücretli de olsa, hem çalıştığım okulda, hem de Meslek Yüksek Okulu Muhasebe Bölümünde öğretmenlik yapıyordum.

Ancak gençlere; kendilerini teşvik edebilmek amacıyla işin aslını anlatır, her halükârda okuyabileceklerini ve gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye’de, şartların sürekli değişebileceğini, bu nedenle okumalarının önemli olduğunu belirtmeye çalışırdım.

Diploma sahibi olmak yeterli değildir. Kişiler hangi meslekte olursa olsun; üstlendikleri görevleri hakkıyla yerine getirip, yeteneklerini geliştirmeleri gerekmektedir. Ancak böylelikle, değişken şartlara sahip ülkemizde yükselme fırsatını yakalayabileceklerdir. Her ne kadar torpil ve siyasi tercihler etkili olsa da hakkaniyeti esas alan değerli insanlarımızın varlığı küçümsenemez.

Memurluğum sırasında, yeni atanan genç öğretmenlerimizden bazıları ilk meslek heyecanıyla doluydu. Havalı bir şekilde iş yaptırmaya gelirlerdi. Onların bu davranışlarını olgunlukla karşılar, hemen işlerini yapardım. Onları anlayışla karşılamakta samimiydim. Çünkü bu duygular çoğumuzun yaratılışında mevcuttu. Geçmişte bizzat bu duyguları yaşamıştım. Fakat tahsil hayatımdan sitayişle bahseden emekli öğretmenlerimiz de vardı. Durumumu öğrenen genç öğretmenlerimiz; daha sonra sözleriyle olmasa da, mahcup bir şekilde hal ve hareketleriyle adeta özür dilemekteydiler.

Öğrenci velileri, çocuklarının okulumuzdaki çeşitli durumları hakkında arzuhalciye yazdırdıkları dilekçeyi alıp yırttıktan sonra, daha uygun bir dilekçe yazarak ellerine verirdim. Varsa başka yapmaları gerekenleri de bir bir anlatırdım. Okulumuzla ilgili işleri olduğunda, arzuhalciye boşuna para vermemelerini, öncelikle bize gelmelerini söyleyerek, yardımcı olmaya çalışırdım. Dua ederek giderlerdi. Yardımlarım sadece velilerle kalmazdı. İşlerimin yoğunluğunu önemsemezdim. Çünkü mesaiden artan işleri gece evimde yapardım. Onun için okulun hizmetlisinden öğretmenlerine kadar, daktilo veya muhasebeyle ilgili, özel işlerini dahi yapmaktan mutlu olurdum. "Bu benim görevim değil, bu işten anlamıyorum" türden sözlerin tamamen yabancısıydım.

Fakat emekliliğime yakın bazı idareci meslektaşlarımın, personellerinden sızlanmaları sonucu, bunları da öğrendim. İşsizliğin had safhada olduğu, bir kadroya binlerce kişinin talip olduğu günümüz insanının; görev aldıktan sonra bu tür mazeretlerle karşımıza çıkması olacak şey değil. Olsa olsa meslektaşlarımın yaklaşımlarının yanlış anlaşılmasından ileri gelebileceğini düşünüyorum. Ne olursa olsun sorumsuzluk örneği olan bu davranışların, mutlaka düzeltilmesi gerekir. Bu devlet bizim devletimiz, bu millet bizim milletimizdir. Ayrıca çocuklarımıza götürdüğümüz ekmeğin hak edilmesi açısından da önemli bir konudur. Atalarımızın; "Devletin malında, tüyü bitmedik yetimin hakkı vardır" dediği gibi çocuklarımızın borçlu doğduğu ülkemizde, aldığımız maaşta da henüz doğmayan çocukların hakkının bulunduğunu unutmamalıyız.

TEFTİŞ

Merkez Ortaokulunun olağan idari teftişi vardı. Yıl 1984. Malî işlere bakan müfettiş, durmadan evrak istiyordu. Bu işlerin, ertesi gün de devam edip etmeyeceğini sordum. Müfettiş, şaşkın ve öfkeli bir şekilde neden sorduğumu söyledi. Meslek Yüksekokuluna derse gitmem gerektiğini belirtince, tahsilimi sordu. İzah ettiğimde; "Senin ne işin var be kardeşim buralarda" deyip, teftişi sona erdirdi.

Merkez Ortaokulu'nda; işyerimdeki sıcak ve samimi hava ve Yüksekokulda ders okutmak güzel şeylerdi. Fakat Akademi diplomasını, evimin duvarını süslesin diye almamıştım. Hiç de asmadım zaten. Türlü meşakkatlerle, zorunlu ihtiyaçlarımızın önünde tutup, emek vererek almıştım. Daha yararlı olabileceğim ve daha iyi bir görevde kullanılması isabetli olacaktı. Ayrıca bunu hak ettiğimi de düşünüyordum. Bazı kurumlardan iyi teklifler almaktaydım. Fakat kurumumdan muvafakat alamadığım için naklen atanamıyordum. Tevekkül ve fili dua ile rahmet kapısını çalmaya devam ettim. Allah’ın lütfu ve sevenlerimin referansları ile, önce Akdeniz Üniversitesi, daha sonra Süleyman Demirel Üniversitesinde görev aldım. En makbul dua, fiili olanıdır. İyi niyet, azim ve gayret!....

MSN: pekelailesi32@hotmail.com (Objektif Gazetesi, 07 Temmuz 2008 Pazartesi – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder