DELİKANLI – 3

Karabiler, meyhaneci Şevket’in sözlerinden sonra, Kurt Şair’le tanışmasına sebep olan, ilk tatsız karşılaşmayı hatırladı. “Şimdi hangi hayatın içinde, çamura batmış olacaktım?” diye mırıldandı. Meyhaneci Roman Şevket, klarneti eline aldı. Karabiber’in karşısına oturarak;

-Korkut, yani Kurt Şair, buraya geceleri gelmezdi. Gündüz bu saatlerde gelir, “Klarnetle bir fasıl geçsene abi” derdi. İçki içer miydi, bilmiyorum. Hiç sormadım, teklif de etmedim dedi.

Karabiber;

-Kurt Şair, arkadaşlarının içtiklerine karışmazdı. Fakat bir defasında bize, her gece çocukların kepazesi olan Tomson’u gösterdi. “Gündüz, beyefendiliğine hayran kaldığımız, şu adamın haline bakın! Yerlerde sürünüyor” demişti, dedi.

-Sen içkiden daha berbat bir çirkin içine giriyordun Karabiber!” dedi Meyhaneci Şevket.

Karabiber mahcup bir şekilde;

-Senin sözlerinden sonra ben de onu düşünüyordum be Şevket Abi! Baktım adamın cebi kabarık. Hemen cebellezi ettim. Tamam dedim, bu parayla alacağım gubardan köşeyi dönerim, diye düşündüm. Tam otobüsten inince, arkamdan birisi ceketimin iki tarafından tuttu. Kollarım bağlanmıştı. Parayı ne yapacağımı sordu. İnkâr etmenin faydası olmazdı. Gerçeği söylersem, o da bu işe yatar diye düşündüm. Birisi gubar istedi, iyi para var dedim. “Gel o zaman, sana gubarı bulalım” deyip, buraya getirdi. Gerisini biliyorsun işte, Şevket Abi. O gün bugündür kardeş gibiydik Kurt Şair’le.

Adamın ölümcül hastası mı vardı? Bu kadar parayla nereye gidiyordu? Hadi o adamcağızın anasını ağlattım, ya gubarı alıp, esrar piyasasına sürseydim. O kadar masumun günahını nasıl verirdim? Ya da paçayı kaptırıp, kodesi boylasaydım, diye günah çıkarıyordu.

Meyhaneci Şevket, klarneti elinden bırakarak;

-Yat, kalk, dua et Korkut’a, dedi.

Bir süre sessizlikten sonra Karabiber;

-Ya Şevket Abi! Merak ettiğim bir konu var. Kurt Şair’le bir gün, fırından simit aldık, yolda giderken ben yemeye başladım. “Oğlum, açlıktan mı çıktın? Ne bu acelen?” dedi. Tam bir kenara oturmuştuk ki, kız mı, kadın mı bilmiyorum, genç bir bayan bize bakarak geçiyordu. Kurt Şair, onu takip edip, evini, adresini ve neyin nesi olduğunu öğrenmemi istedi benden, dedi.

Meyhaneci Şevket hiddetlenerek;

-Hah! Hem seni çamurdan kurtarsın, yetmedi arkadaş diye bağrına bassın, arkasından adama bir de çamur atsaydın bari, dedi.

Karabiber, bu sözlere oldukça içerlemişti.

-Ya seni Abi bildik, iki lâf ettik acımızı unutalım diye, sen de neler çıkarıyorsun, deyip, öfkeyle meyhaneden çıktı.

Orhan, başkasına ait bir kamyonun şoförlüğünü yapıyordu. Bir kavga esnasında araya giren bir genci bıçaklamış ve hapse girmişti. Eşi ve bir çocuğu ilk zamanlar eldeki para ile idare edebilirlerdi. Nitekim öyle oldu. Fakat daha sonra ne olacak diye düşünürken, son zamanlarda eşi, para bile getiriyordu. Tahliyesi yaklaştıkça, kıskançlık da yiyip bitiriyordu kendisini. İhanet edeceğine pek ihtimal vermezken, her geçen gün, eşine olan güveni sarsılmaktaydı.

Nihayet eşinin, ihanet edebileceği düşüncesi ağır basmış bir halde tahliye oldu. Eşi ne kadar anlatsa da Orhan’ı inandıramıyordu. Parayı getiren gence, yaptığı iyiliğin karşılığında, ikram etmek istediği kahveyi bile kabul ettiremediğini anlattı. Gencin; “Bacım, benim için fark etmez. Bak çocuğun da var. Komşularınızın yanlış anlayarak, dedikodularından zarar görürseniz, getirdiğim bu paranın hiçbir kıymeti kalmaz” diyerek, kapıdan içeriye adımını bile atmadığını söylüyordu. Fakat Orhan’nın içini kemiren şüpheyi bir türlü yok edemiyordu. Onun böyle bir zanna kapılmasına da içerlemiş, yıkılmış, çökmüştü. Yaşamanın bir anlamı kalmadı artık deyip, ekmek bıçağını aldı ve Orhan’a;

-Al! Ya sen beni öldürürsün yahut da ben kendimi öldüreceğim. Bana sürdüğün lekeyle yaşayamam artık, dedi.

Orhan, bıçağı gördüğünden mi, kapının çalan zilinden mi nedense, birden irkilerek geri çekildi. İkinci irkilişi de kapıyı açtığında oldu. Kendini toparlayarak, kapıdaki gence:

-Biliyorsun, seninle bir hesabım yoktu, cezamı da çektim. Ne istiyorsun, niye geldin kapıma, dedi.

Kapıdaki genç, elindeki kâğıdı göstererek;

-Bu sizin adresiniz mi, yoksa yanlış mı geldim, diye sordu.

Adresin doğruluğunu öğrenince, cebinden çıkardığı zarfı uzatarak;

-Bunu babam gönderdi. Korkut, babama bir not bırakarak, bundan sonra emaneti, bu adrese göndermesini istemiş, dedi genç.

Orhan, kim bu Korkut dediğin adam, eşimi, evimin adresini nereden biliyor? Hem, baban bu parayı niye gönderiyor, diye sorduğunda eşi, gencin getirdiği zarfı alıp açmıştı. Kendini ispatlayabilmenin verdiği sevinçle;

-İşte! Korkut’un her ay getirdiği para da bu kadardı, diye bağırdı Orhan’a.

Orhan, karısına haksızlık ettiğini anladı. Fakat kafasında, cevabını merak ettiği sorular vardı. Parayı gönderen, hapiste yatmasına sebep olan bıçakladığı gencin babasıydı. Getiren de Korkut adında birisiydi. Kimdi bu Korkut? Neyse, eşi masumdu. Buna inanmıştı. Kafasında dolaşan neden ve niçin sorularının cevabını da, arar bulurum, diyordu.

MSN: pekelailesi32@hotmail.com

(Hedef Gazetesi, 28 Ağustos 2008 Perşembe – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder