HUZUREVİNDE HÜZNE RAZIYIM

Yaşlı bir bayan, tatil için sahile gelmiş. Hayatın maddî zorlukları altında ezilmemiş. Kimseye boyun eğmemiş. Gururlu, fakat bakışları denizin mavi sularına dalmış. Siması ağlamaklı bir halde. Dikkatli bakıldığında üzüntülü olduğu hemen anlaşılıyor. “İyi günler” sesiyle bakışlarını denizin maviliklerinden ayırıp, yanına yaklaşan genç bayana çeviriyor. Yüzünün kederli hali gülümsemeye dönüşüyor.

Genç bayanla sohbete başlıyorlar. Havadan, sudan kısa süreli konuşmalar bitiyor. Aile, çoluk çoluk meselelerine geçildiğinde, derinden bir ah çekerek anlatıyor yaşlı bayan.

Beyi önemli görevlerde bulunmuş saygın olduğu kadar zengin bir kişi. Bir kız ve bir oğlan olmak üzere iki çocuk sahibi. Çocuklarını en güzel okullarda okutmuşlar. Saygın, zengin ve nüfuzlu olmanın avantajını kullanmışlar. Çocuklarını iş güç sahibi yapmışlar. İstanbul’un farklı semtlerinde üç ayrı evleri var. Çocuklarına da bir yazlık, bir kışlık olmak üzere ikişer daire almışlar. Yaşlı bayanın değerli eşi vefat etmiş. Torunlarına on yedi yıl bakmış, büyütmüş.

Evlatların annelerine ihtiyaçları kalmamış. Aramaz, sormaz olmuşlar. Uzun bir süre, yalnızlığına torunların hayalleri arkadaşlık etmiş. Bunlardan teselli bulmak şöyle dursun, özlemini daha da artırmış. Yaşlı bayanın yalnızlığından, evlat ve torun hasretinden düştüğü bunalımı anlayan yok. Umutsuzluğa kapılıyor. Gücüm, kuvvetim yerindeyken aranmıyorum. İleride elden ayaktan düştüğümde hiç aramazlar diyor, kendi kendine. O zaman ne yaparım, kim bakar bana diye düşünüyor. Huzurevine de gitmek istemiyor. Çocuklarının, torunlarının toplumdaki saygınlıklarını zedelemekten korkuyor. Tantanalı bir hayatın ardından, kendisinin de orada rahat edebileceğinden emin değil. Tam karar vermemekle birlikte, huzurevinden yer ayırtıyor. Çocuklarının buna karşı çıkacaklarını, “olmaz öyle şey, sen bize emek verdin, çocuklarımız senin elinde büyüdü, biz ne güne duruyoruz” demelerini bekliyor. Böyle diyeceklerine inandırıyor kendisini.

Huzur evine gitmek istediğini, yer ayırttığını önce kızına açıyor. Hemen boynuna sarılıp, “neden böyle bir şey yaptın anneciğim, hiç bırakır mıyız seni” demesini umuyor. Kızlar anaların halinden daha iyi anlar. Hem kızı da bir anadır. Bir müddet bekliyor. Kızının yüzüne bakamıyor. Ağlayacağını, üzüleceğini düşünüyor. Kızı üzülürse, kendisi de üzülecektir. Onun ağlamalarına yaşlı ruhu nasıl dayanacak? El bebek gül bebek büyüttüğü kızını hiç üzer mi? Şaka yaptım der, teselli eder. Sarılır kızına, yıllardır biriken özlemini giderir. Onda, küçükken duyduğu torunlarının kokusunu teneffüs eder.

Kızı, gayet normal bir tavırla, “Anneciğim! En iyisini yapmışsın” der…..

Yaşlı ana, tâ ruhunun derinliklerinde bir şeylerin yıkıldığını hisseder. Gönül evinin temeli çökmüştür….

Kızı, dünyaya bakan emellerine kapılmış, yaşlı annesinin ruhunda kopan fırtınaların farkında değil. Annesinin, her istediğine peki demesine alışmıştır. Kendisini kırmayacağından emindir. Oğlu, arabasının modelini değiştirmeliydi. Daha iyi bir mevkiden ev alıp taşınmalıydı. Arkadaşı, öyle yapmış, yeni model bir araba almıştı. Bunun niye olmasındı? Hem, annesinin malvarlığı değil bir araba, onun gibi daha birçok araba almaya yeterdi. Üç ev annesi için fazlaydı. Tek başına üç evi ne yapacaktı ki? Bir tanesini satıverse, biricik kızı ya da torunu için, ne çıkardı?.......

Yaşlı bayan, evlâtlarını yetiştirmekle kalmamış, tam on yedi yıl torunlarını da doya doya sevmiş, büyütmüştür. Onların dertleriyle dertlenmiş, ağlamalarına, üzülmelerine yüreğini ortak etmişti. Bütün imkânlarını evlâtları, torunları için seferber etmişti. Makam, mevki, yazlık ve kışlık ev, araba…. Evlâtlarının, torunlarının yaşantısından gurur duyuyordu. Onlar için, saçını süpürge etmemişti ama, gerekirse canını verirdi. Hiç kıyabilir miydi? Üzülmelerine razı olur muydu? Analar fedakâr olmalıydı. Onları huzursuz etmektense, huzurevinde hüzünle yaşamaya razı olmalıydı. MSN: pekelailesi32@hotmail.com (Objektif Gazetesi, 23 Haziran 2008 Pazartesi – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder