EVLİLİĞE ZORLANAN KIZIN İNADI

Genç kız ilköğretimi bitirmiş, liseye hazırlanıyordu. Hedefini belirlemişti. Öğretmen olmak istiyordu. Öğretmenlerin benden ne fazlalığı var ki, diyordu. Çalışkan, başarılı, istediğini elde edebilecek kadar da inatçıydı. Hedefini belirlemiş ve ulaşmak için kuş gibi çırpınıyordu. Öğretmenlik tutkusu, bütün benliğine kök salmıştı. Henüz taze bir fidandı. Öyle hafif bir rüzgârdan eğiliverecek kadar da cılız değildi. Fakat kendisini çok seven babasını her konuda razı ettiği halde, okumak konusunda bir türlü ikna edemiyordu. Artık çocuk değildi. Birçok şeyin farkındaydı. İnadı yüzünden babasını kırmak da istemiyordu.

Birden bire gelişip, serpildi. Akranlarına göre daha boylu, fidan gibi güzel bir genç kız olmuştu. Babası, “Kızım, okuyan kızların halini caddelerde, kafelerde her gün görüyoruz. Bana ters geliyor. Gençsin, güzelsin, okumanı ben de istiyorum. Fakat başına kötü bir hal gelmesinden korkuyorum” diyordu. Kendisine güvendiğini, fakat bunun yeterli olmadığını söylüyordu. Genç kız, toprağı sıkıca kavramış olsa da o, hala körpe bir fidandı. Eğilmek zorunda kalmış, çaresiz boynunu bükmüştü.

Babasını kıramamıştı ama, okuma arzusunu da yenememişti. İlköğretimde beraber okuduğu komşularının kızı lisede okuyordu. Onunla zaman zaman sohbet ediyor, dersleri hakkında sorular soruyordu. Ders kitaplarından bazılarını alıyor, bir iki günde okuyup, geri veriyordu. Arkadaşına öğretmen olacağını söylüyor, arkadaşı okumamasının sebebini bildiği için bir şey söyleyemiyor, sadece şaşkın şaşkın bakıyordu.

Yıllar çabucak geçmiş, on yedi yaşına gelmişti. Taliplerinin biri gelip, biri gidiyordu. Gelenlere, evlenmek istemediğini, okumak istediğini söylüyordu. En sonunda taliplerinden biri, çocuklarının kültürlü bir annenin elinde yetişmesinden memnun olacağını söylüyordu. Evliliğin okumasına engel teşkil etmeyeceğini, kendisinin de destekleyeceğini söylemişti. Genç kız, aradaki yaş farkına rağmen, onunla evlenmeyi kabul etti.

Evlendikten kısa bir süre sonra Açık Öğretime kaydını yaptırdı. Gece gündüz çalıştı. Bu arada bir çocuğu dünyaya geldi. Eşi, ders çalışabilmesi, sınavlara girebilmesi için elinden geleni yapıyor, yardımcı olmaya çalışıyordu. Bilmediklerini, yapamadıklarını da eşine sorup öğreniyordu. “Ben yaparım, sen derslerine çalış” diyordu. Eşinin bu tür davranışları huzur veriyor, şevkini artırıyordu. Annelik onu daha da gayrete getirmişti. Liseyi başarıyla bitirdi.

Eşinin yardımları yetmiyor, kendisinin de çocuğu ile ilgilenmesi gerekiyordu. Üniversite sınavına yeterince hazırlanamamıştı. Zaman kaybetmek istemedi. Nitekim Açık Öğretim Fakültesinde iki yıllık da olsa okumak istedi. Ön lisansı bitirmişti. İkinci çocuğu dünyaya geldi. Anne olarak onlarla ilgilenmeliyim diye düşündü.

Birinci çocuğu büyümüştü. Onun bazı sorularına cevap veremiyordu. Bir eksiğinin olduğunu düşündü. Sadece tahsil yapmak yetmiyordu. Çocuklarına her bakımdan yetebilmeliydi. Dinî bilgiler almalıydı. Yalnız çocuklar için değil, kendisinin de buna ihtiyacı vardı. Bu konuda kitaplar alıp okudu. Bunu da yeterli görmemişti. Kur’an kursuna gitmeye karar verdi. Kur’an okumayı öğrenmekle birlikte ilmihali bilgileri de öğrenmişti. Bir taraftan da üniversite sınavlarına hazırlanmayı ihmal etmedi.

Öğretmen olmak istiyordu. Bu, onda tutku haline gelmişti. Pes etmemeliydi. Zaten istese de edemezdi. Eşini ve çocuklarını seviyordu. Üstelik eşine minnet duygularıyla bağlanmıştı. Bir dediğini iki etmemeye çalışıyordu. Her konuda uyumluydu. İnat duygusunu tamamen okumaya yönlendirmişti. Öğretmen olma konusunda inadı daha ağır basıyordu. Birkaç yıl sonra tekrar sınava girdi. Gündüz çocuklarıyla ilgilenmesi gerekiyordu. Eğitim Fakültesini kazansa bile nasıl devam edecekti?

Eşi, ona da çözüm buldu. İkinci öğretimi okursa, gece çocuklara kendisinin bakabileceğini söyledi. Eşinin bu desteği, umut ışığı olmuş, güzel yüzünü aydınlatmıştı. Çocuk gibi sevinmiş, eşinin boynuna sarılmıştı. O da, “Sen kendin için okuduğun kadar, çocuklarım ve benim için okuyorsun. Hem, okutmak için verdiğim sözü unutmadım. Sözümü tutabilmenin mutluluğunu yaşama fırsatı verdin. Asıl ben sana minnettarım” diyerek, eşini daha da rahatlatmaya çalışıyordu.

Nihayet beklediği an geldi. Eğitim Fakültesini birincilikle bitirmişti.

İnandı, hedefini belirledi, azmetti. İnsanda kötü bir huy olarak varlığı bilinen inadını, iyi yönde ve tek bir gaye için kullandı. Böylece inadı daha da güç kazandı. Gayret ve kararlılıkla tüm engelleri birer birer aştı ve idealini başarıyla gerçekleştirdi.

Kadın dik durmalı. Her esen yelde eğilip sarsılmamalı. Onun için de, köklü emelleri olmalı ve onları devamlı besleme azmiyle dolmalı. İnsanda var olan hırs, inat, bencillik gibi duyguları kesip atmak imkânsızdır. Fakat onların mecralarını değiştirmek, faydalı hale getirmek elimizdedir. İnadını zafere dönüştüren bu öykü kahramanında olduğu gibi.

MSN: pekelailesi32@hotmail.com (Objektif Gazetesi, 14 Temmuz 2008 Pazartesi – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder