KADIN VE AİLE

Kadın, koklama arzusuyla koparılıp, solduktan sonra çöpe atılan bir gül ya da çiçek değildir. Çerçevelenip duvara asılan güzel bir portre de değildir. Evet o çiçek gibi nazik ve güzeldir. İhtimam isteyen hassas yaratılışa sahiptir. Bir bakıştan bile mutlu olabilen ya da incinebilen, ince ruhlu bir varlıktır. Yuvamızın vazgeçilmezi, ciğer pare yavrularımızın anası, erkeğinin can yoldaşıdır.

Öyle dostlar vardır ki, kendileri dünyalarını değiştirdiklerinde, dostlukları çocuklarında “Ata Dostu” olarak devam eder. Sahip olunanın değeri, onu kaybettikten sonra anlaşıldığı gibi, çocuklar da kaybettikleri atalarının değerini anlarlar. Sağlığında ortaya konulamayan sevgi, saygı gibi değerler, ata dostlarında tezahür eder. Böylece dostluklar, nesilden nesile devam edip gider.

Her an birbirine muhtaç olan eşlerin dostluğu ve arkadaşlığı, iki yabancının dostluğundan daha mı değersizdir? Hayır! Dostlukla ya da aşkla başlayan beraberlik, yine aşkla devam edecek ve ahirete intikal edecek kadar değerlidir.

Dosttan, hatta yabancıdan esirgenmeyen küçücük tebessüm, tatlı bir söz eşlerden neden esirgensin? Çocuğun isteklerine anında koşulur, sözleri dinlenir, değer verilir. Ebedî devam edecek olan hayat arkadaşlığından, bu hassasiyet neden yoksun bırakılsın? Evet kırgınlık sevginin sonucudur. İnsan, sevdiklerine kırılır. Fakat bu anlaşılmaz ya da devam ettirilirse, başkalarına duyulandan daha şiddetli bir düşmanlığa dönüşür. Mutluluğun meyveleri acılaşır. Cennetin küçük bir köşesi olan yuva, türlü azapların yaşandığı cehennemden farksız hale gelir.

İnsan, başkalarının mutsuzluğundan mutlu olma bencilliğini, ya unutmalıdır ya da yalnız yaşamalıdır. Yoksa eşine, çocuklarına ve her iki tarafın ailelerine yapılan en büyük zulüm olacaktır. Sevmeyenin sevilmeye, saygı göstermeyenin saygı görmeye hakkı olmadığı, herkesçe bilinen bir gerçektir.

Bilinen bir başka gerçek ise, sevginin zorla kazanılamayacağıdır. Sevgi, çevresi surlarla kaplı muhkem bir kalenin içinde değildir ki, zorla fethedilip kazanılsın.

Farklı kültürlerle kazanılan farklı kişilikler, sevgi ikliminde ya da hoşgörü potasında, birbirini tamamlar hale getirilerek; mutluluğa giden yol, engellerden arındırılmalıdır.

Balayının heyecanıyla hoş görülen yaşam tarzını zorla değiştirme isteği, huzursuzluk kapısının anahtarı olacaktır. Bu nedenle eşler, hoşgörü anahtarıyla huzursuzlukları dışarıda bırakıp, sevgi anahtarıyla mutluluk kapılarını açmalıdırlar.

Fakat yuvaları dış etkenlerden korumak, o kadar basit değildir. Ekonomik sıkıntılar, zararlı yayın ve televizyon programları aile kurumunu temelinden sarsmaktadır.

Maddî imkânsızlık, bazı ailelere çiğerparesini, para karşılığı başka ailelere sattırmaktadır. Huzursuzlar, Huzur Evlerine gönderilmektedir. Bugünkü ortamda kişiliğini kaybetmiş, başı dönmüş erkeğin baskılarına dayanamayan kadınlar, Sığınma Evlerine alınmaktadır. Bir başkaları Hayat Evlerindedir. Talihsiz çocuklar Islah Evlerinde topluma kazandırılmaya çalışılmaktadır. Haklı ya da haksız dengesini kaybetmiş bir baba, çocuğunun gözleri önünde eşinin hayatına son verebiliyor. Hastane ya da hapishane bu babanın toplumda açtığı yarayı kapatabilir mi? Masum çocuğu eski neşesine kavuşturabilir mi?

Açılan yeni kurumlar, aile kurumunun yerini doldurabilecekler midir? Toplum huzurunun tesisine, çare olabilecek midir? Yıkılan yuvaların dağılan parçalarının toplumda açtığı tahribat bunlarla giderilebilecek midir?

Toplumumuzun ayakta kalmasının vazgeçilmezi ve en önemli kurumlarından biri olan ailenin parçalanmasına neden seyirci kalınmaktadır?

MSN: pekelailesi32@hotmail.com

(Hedef Gazetesi, 15 Ağustos 2008 Cuma – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder