DELİKANLI – 10

Havalar soğumaya başlamıştı. Sabahleyin evden kahvaltı yapmadan çıktım. Korkut’la sohbete daldık. Vakit öğleyi geçti.

-Lokantada karnımızı doyursak, dedim.

-Önce anlaşalım. Ziyafet benden.

-Teklifi ben yaptım, ziyafeti de ben veririm.

-Öyle olsun. Gel, garibanların lokantasında garibanlığımızı tazeleyelim.

Lokanta diye bir helvacıya götürdü. Pekmezli tahin karması istedi. Hayatımda hiç yememiştim. Çok sevdim ve karnımı tıka basa doyurdum. Nereye gidelim diye düşünürken, Hatçe teyzeye uğrayalım dedi.

-Hatçe Teyze nasılsın, sobayı kurabildin mi?

-Korkut evladım, hoş geldiniz. Sobayı yalnız başıma kuramam ki. Oğlumun da vakti yok. Çalıştığı yerde gecesi gündüzü belli değil. Bari yeterince para verseler! Aldığı, asgari ücretin altındaymış.

Biz sobayı kurmakla uğraşırken, kadıncağız mutfakta bizim için yemek hazırlamış. İşimizi bitirdikten sonra sofraya buyur etti. Tok olduğumuzu söylemek için tam ağzımı açacakken, Korkut hemen sofraya oturdu. Tok karına bal-baklava olsa gitmiyordu. Birkaç lokma alıp kalktık.

Ayrılırken Korkut;

-Bu parayı oğlun gönderdi, teyze.

-Gönderenden de getirenden de Allah razı olsun.

Yolda, “Niye karnımız tok demedin de hemen sofraya oturdun?” diye sorduğumda;

-Birçok sebebi var Emin! En başta, misafirlik bereketinden istifade etmeli diye düşündüm. Kadın emek çekmiş, sofra hazırlamış. Emeği boşa gitseydi üzülecekti. Tenezzül etmediğimizi düşünebilirdi. Bir iş yapıverdik, sofraya oturmamış olsaydık, kadını minnet altında bırakmış olabilirdik. Yaşlı ve hassas ruhu incinebilirdi. Bir dahaki ihtiyacını bize söyleyemezdi. Bizi evlâdı yerine koyarak ikramda bulundu. Bundan dolayı da mutlu oldu. Sofraya oturarak, onu bu mutluluktan mahrum bırakmadık. Bunlara benzer daha birçok şeyleri sayabilirsin, demişti.

Çilek Yaşar, önemli bir şey hatırlamış gibi;

-Kadıncağıza çoktan beri uğrayamadık. Kalk, gidip bir ziyaret edelim. Korkut, sofraya buyur edildiğinde, karnı tok da olsa mutlaka oturur. Buyur edenin zengin, fakir, Arap, Acem, köylü veya şehirli, ne olduğuna bakmaz, oturur birkaç lokma alırdı. Neyse, sen ne demiştin? Teyzeye verdiği parayı, oğlunun gönderdiğini mi söylemişti?

-Evet.

-Şimdi anlarız. Yanında para var mı?

-Ne yapacaksın şimdi parayı?

-Kardeşim, teyzeye boş gidecek değiliz herhalde. Sen bir ekmekle, ilerideki manavdan bir limon alıver. Ben de bizim balıkçıdan balık alıp geleyim.

Yaşlı teyzemiz, bizi görünce çocuk gibi sevindi.

Çilek balıkları uzatarak;

-Teyze şunların birini hazırlayıver de beraber yiyelim.

-Kalanını ben tek başıma ne yapacağım evlâdım?

Emin, “Oğlun” demişti ki, teyze birden hüzünlendi.

-Ah evlatlarım! Oğlum, ne arar ne de sorar. Ha!... Sen Korkut’un verdiği parayı, oğlumun gönderdiğine inandın herhalde. Oğlum sizlersiniz. Korkut evlâdımı ne de çok severdim. Onda gençliğimizin delikanlılığını görürdüm. Rahmetli kocam; “Delikanlılık, kırıp dökmek, zavallıları ezerek nam kazanmak değildir” derdi. Korkut evlâdıma bunu söylediğimde; “Allah onlardan razı olsun. ne güzel miras bırakmışlar. Arzum bu mirasa lâyık olabilmektir. Güçsüze siper, güçlüye rehber olabilmek istemişimdir hep, teyze” demişti. Ah Meryem ah!

Çilek Yaşar hemen atıldı.

-Nolmuş Meryem ablaya?

-Yok evlâdım, yok. İhtiyarlık işte. Çenem düşüveriyor. Üzüntümden ne diyeceğimi, ne dediğimi biliyor muyum?

Balıktan önce çorba yapmış, “Hele siz şu çorbayı içedurun, balık da biraz sonra hazır olur” dedi. Çorbayı bitirdikten sonra tam balık gelmişti ki, kapıya birisi geldi.

MSN: pekelailesi32@hotmail.com

(Hedef Gazetesi, 23 Eylül 2008 Salı – Tlf. 0536 676 45 75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder