MÜCEVHERDEN DEĞERLİ, ÖLDÜRMEYELİM!

Dünyaya insan olarak gelmek elimizde değildi. Kalmak da elimizde değil. Gelme zamanı gibi, gitme zamanımız da belirsizdir. Evimin arka balkonundan Akyol Mezarlığına bakıyorum. İki kayınbiraderlerimi, hiç umulmadık bir anda ikişer yıl ara ile burada toprağa verdik. Daha dün gibi, çocuklarım dedelerini Ayazmana’da gezdiriyorlardı. Yaşlı bedeni mi, yoksa ruhu mu, aslan gibi iki oğlunun acısına yenik düştü ya da oğulları mı babalarını özlediler de yanlarına aldılar? Kabristanlar kaç Isparta nüfusunu barındırıyor bilmiyorum. Kurtuluş yok, bir gün bizi de çağıracaklar. Ne zaman, nerede ve nasıl bir teslimiyetle, şimdiye kadar beslediği bedenimizi kara toprağa vereceğiz?

Bazılarımızı gaflete düşüren, bazılarımızı da gayrete getiren bu belirsizlik olsa gerek. Çünkü, “vakit geçirmek”, “zaman öldürmek” gibi tabirlerle, geri getiremeyeceğimiz değerli zamanlarımızı, birçok değersiz şeylerle hoyratça harcayabiliyoruz. Harcanan yalnız zaman değil, hem bedenî hem de ruhî sağlığımızın bozulması pahasına, değersiz işleri değerli kılıyor, aldanıyoruz. Nitekim, İbni Abbas (r.a.)’tan rivayetle Peygamber Efendimiz (s.a.v.), İki nimet vardır ki, insanların çoğu bunların kıymeti hakkında aldanmışlardır. Bu iki nimet, sıhhat ve boş vakittir” (Câmi’ü’s-Sağir, s. 1620, No. 3807, Hadis No: 9280) buyurmaktadır.

Zamanın altın ve mücevherden daha değerli olduğunu anlayanlar, kendilerine verilen günde 24 saatlik zamanı dünyaya yani mal, mülk, şan, şöhrete, makam ve mevkiye hasrediyorlar, aldanıyorlar. Değerli yazar Kadir Yavuz kardeşimizin “Harman” adlı kitabına aldığı Derya Avşar’ın şu dörtlüğünde olduğu gibi, dünyanın ağır yükünün altında ezildikleri halde, neden hâlâ bu dünya için çırpınıyor insan?

“Kimin omzuna dokunsan

Yere çöküyor, yorgunluktan

Sırtlamış dünyayı bir garip insan

Hiç dert değmeden var mı ayakta duran?”

Çalışmak elbette çok güzel. Hem kendimiz için, hem gelecek nesillere yani çocuklarımıza güzel bir dünya bırakabilmek için, başkalarına kul-köle olmamak için çalışmak zorundayız. Dünyayı güzelleştirmek, sadece göze hitabeden estetik güzelliği sağlamakla olmuyor. Bunun yanında huzur ve güven içinde yaşanabilen yer olduğunda, ancak gerçek güzelliğini kazanacaktır. Öyleyse maddî harcı, maneviyatla yoğrulmalıdır.

Yine değerli yazar Kadir Yavuz, aynı kitabında; hayatın varlığını mümkün kılan güneşin, dünyaya olan mesafesinin hassasiyetine dikkat çekiyor;

“Dünyaya 150 milyon km mesafede olan güneş, yerküreden, 1 milyon 303 bin defa daha büyük. Yani 1 milyon 303 bin tane dünya bir araya getirildiğinde, hayat kaynağımız olan güneş büyüklüğüne erişiliyor. Başka bir deyişle, dünya güneşin milyonda biri büyüklüğüne sahip, onu teleskopla gözlemleyenlerin, bu ihtişam ve heybet karşısında dehşete kapıldıkları da bir gerçek. Böylesine dehşetli ve celalli olan güneşin, dünyaya olan kritik mesafesi ve yer yüzünde insanoğlunun hizmetine sunulmuş bir hizmetçi olması bizi düşündürmeli değil mi?” (Harman, Ocak 2008, s. 31.) diyor.

Öyleyse benzer şekilde, kâinat kitabını neden okuyamıyoruz? Hassas mizanlarla kurduğu şu kâinat sarayında bizleri misafir eden âlim, hâkim, şefkat ve merhamet sahibini neden düşünmüyoruz? Kâinat kitabını okuyamıyorsak, Hz. İbrahim (a.s.) gibi aklî muhakeme yoluyla, aklı vereni bulamıyorsak, gönderdiği Kur’an-ı Kerimi neden okuyamıyoruz? Dünyaya neden gönderildiğimizi, nasıl yaşarsak daha huzurlu olacağımızı ilân eden, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sözlerine neden kulaklarımızı kapatıyoruz? Bu kadar nimetlere karşılık bizden ne istendiğini neden düşünemiyoruz?

Enes (r.a.)’ten rivayetle Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Allah, niyeti ahiret olanlara dünyayı verir. Fakat niyeti yalnız dünya olana ahireti vermez” (Câmi’ü’s-Sağir, s. 513, No. 1097, Hadis No: 1917) buyurmaktadır. Kısacık ömrümüzün, sonu gelmeyen emellere yetmediğini görüp, meşru dairenin keyfe kafi geldiğini ve burada misafir olduğumuzu anlamalıyız. Ahireti kaybettirecek dünya yükünün altında inlemeden, ev sahibinin rızası dahilinde misafirliğimizi bitirip, O’nun has çiftliğinde yani cennette rahat bir şekilde ebediyen kalabilmeyi hak etmeliyiz.

Sayın Mustafa Yazıcı, “Sevgilisi; ‘Atla şu buzlu göle seninle evleneyim’ dese, dik tepe soğuk suya atlayanlar, Allah rızası için soğuk suyla abdest alıp, sabah namazını güneş doğmadan kılabildiler mi?” (Dünyadaki Cennet, Trabzon 2004, s. 96) diye sormaktadır. Zaman çok çabuk geçmektedir. Dolayısıyla ömürler de kısadır. Kısa bir süre kalabileceğimiz dünyaya bütün mesaimizi tahsis ediyoruz. Dünyanın hatırına, her türlü eziyete katlanıyor, fedakârca davranıyoruz. Bizleri insan olarak yaratan, yaşamımız için gerekli olan her şeyi noksansız bizlere sunan, sonra da ebedî dünyayı vadeden Allah (c.c.)’ın hatırı için daha çok çalışmamız, mantıklı olmanın gereği değil midir? Halbuki o kadar merhametli ki, takatimizin üstünde yük yüklememiştir.

Bize, her türlü nimetleri veren kudreti tazim için, yine O’nun verdiği 24 saatlik zamanımızın bir saatini ayırabilsek, kalan 23 saatlik zaman, her türlü ihtiyacımıza yetmez mi? Kaldı ki, ayıracağımız 24 saatten yalnız bir saatlik zaman, ebedî saadetimizi kazandıracaktır. Günde beş vakit namaza bir saat yetmektedir. Hem, misafirliğimizle rızasına mazhar olup, O’nun has çiftliğine götürecek vasıtanın bir nevi bileti hükmündedir. Amel ve takvamız oranında değer kazanan bu biletle; tren, otobüs, gemi, uçak hatta füze gibi vasıtalarla aslî vatanımıza varabiliriz. Başka bir deyişle, belki bir ömrün bile yetmeyeceği bir süre içinde Allah(c.c.)’ın rızasını, bu bir saatlik zamanla kazanabiliriz.

Namaz İslâm’ın, diğer şartlarını da ihtiva eden, önemli bir şartıdır. Allah (c.c.), Nisa suresinin 103. ayetinde, “Şüphesiz namaz, mü’minler üzerine belirli vakitlerde farz kılınmıştır.” , Tâhâ suresinin 14. ayetinin devamında, “Beni zikretmek için namaz kıl!” buyurmuş ve daha birçok ayetlerle namazı emretmiştir. Dünyada ruhumuzu, kalbimizi ve aklımızı rahatlatan, namazdır. Ağır bir yük de değildir. Namaz kılan, dinen meşru olan diğer dünyevi amellerinin ibadet hükmünü almasıyla, ömür sermayesini ahirete mal edebilir. Fani ömrünü bakileştirebilir. Öyleyse, altın ve paha biçilmez diğer mücevherattan daha değerli olan zamanımızdan bir saatini namaza ayırmak, akıl nimetini akıllıca kullanmak olur sanırım.

(Objektif Gazetesi, 09 Haziran 2008 Pazartesi – Tlf. 0536 676 45 75 – MSN: pekelailesi32@hotmail.com)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder